Çağdaş dünyada devletlerin temel görev ve sorumluluklarının
başında, adalet, güvenlik, sağlık ve eğitim gelmektedir. Devletler,
imkanları ve anlayışlarına göre, geleceklerini emanet edecekleri
çocuklarına iyi eğitim verebilmek için çaba sarf ederler. Ülkemizde, eğitim
kurumlarımızın fiziki yeterlilikleri, okul çağı nüfusumuza gün boyu eğitim
vermeye yeterli gelmediğinden, özellikle nüfusun yoğun olduğu yerleşim
yerlerinde yaklaşık yarım asırdır “ikili-sabahçı, öğlenci” eğitim modeli
uygulanmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı 2019 yılı sonuna kadar tüm okullarda normal
eğitime geçilmesini hedefledi. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, "Amaç
kaliteli bir eğitim vermek. Allah nasip ederse 2019 yılı sonuna kadar,
Başbakanımızın talimatı var, tekli eğitime geçeceğiz. 77 bin derslik
ihtiyacımız varken, bu sayı 58 bine düştü ama şu anda 45 bin derslik yapılıyor.
Aradaki fark 13 bin. Ankara'da 10 bin derslik yapılıyor. İstanbul'da 17 bin
dersliğe ihtiyacımız var”dedi.
(http://www.hurriyet.com.tr/2019-sonuna-kadar-tam-gun-egitime-gecilecek-40664227)
Ülkemiz nüfus artışı devam eden ülkelerden biri, özellikle genç (eğitim
çağındaki) nüfusumuz oldukça fazla. İlk ve Orta öğretime devam eden öğrenci
sayımız 17 milyonu aşmış durumda. Yani bizim sadece zorunlu eğitim
çağında, devletten kaliteli eğitim hizmeti bekleyen öğrenci
mevcudumuz bir çok Avrupa ülkesinin nüfusundan kat kat fazla durumda.
(Hollanda: 16 milyon 780 bin , Belçika: 11 milyon 162 bin ,
Yunanistan: 11 milyon 63 bin, Çek Cumhuriyeti: 10 milyon 516 bin , Portekiz: 10
milyon 487 bin , Macaristan: 9 milyon 909 bin , İsveç: 9 milyon 556 bin ,
Avusturya: 8 milyon 452 bin, Bulgaristan: 7 milyon 285 bin , Danimarka: 5
milyon 603 bin, Finlandiya: 5 milyon 427 bin, Slovakya: 5 milyon 411 bin ,
İrlanda: 4 milyon 591 bin , Hırvatistan: 4 milyon 262 bin , Litvanya: 2 milyon
972 bin, Slovenya: 2 milyon 59 bin Letonya: 2 milyon 24 bin, Estonya 1
milyon 325 bin, Lüksemburg: 537 bin , Malta: 421 bin .)
(http://www.internethaber.com/iste-ulke-ulke-avrupa-nufusu-609043h.htm)
Hal böyle olunca, ülkemizde eğitimin sorunlarını hızlıca çözmek,
kaliteli bir eğitim ortamı ve eğitim hizmeti sunmak epeyce zorlaşıyor. Eski bir
Maarif Vekilimize atfedilen “Şu mektepler olmasa maarifi nasıl da güzel
idare ederdim” rivayeti durumu özetler nitelikte. Yani, dersliklerimiz yetersiz,
öğrenci mevcudumuz fazla, hızlı nüfus artışımız devam ediyor ve 12 yıllık
zorunlu eğitimimiz var.
Bilindiği gibi ikili eğitim; derslik yetersizliğinden dolayı tek
bir okul binasında ayrı öğrenci gruplarıyla hem sabah hem de öğleden
sonra yapılan eğitim ve öğretimdir. Sabahları derslerin çok erken başlaması
nedeniyle öğrencilerin uykusunu yeterince alamadan hatta kahvaltısını
bile yapamadan okula gelmeleri, öğlenci grubun da çok geç saatlere (karanlığa)
kadar okulda kalmaları, bu kadar geç saatlerde öğrencilerin eve
dönüşlerindeki sıkıntıları, ikili eğitimlerde teneffüslerin kısa tutulması,
ikili eğitimin başlıca sakıncalarını oluşturmaktadır.
Derslerin sabah 08.30-09.00 gibi normal bir saatte başlayıp, öğleden
sonraları 15.00-16.00’larda sona erdiği; teneffüsler ve öğle arası
için yeterli, makul zamanın ayrılabildiği eğitim modeline tam
gün-normal-tekli eğitim diyoruz.
Normal eğitim nitelikli eğitimdir. Normal eğitimin ikili eğitime göre
birçok avantajları vardır,Her çocuk bizim için bir değerdir.
Çocuklarımızın sağlıklı gelişimi ve kaliteli eğitim almaları
açısından normal eğitime en kısa sürede geçmemiz elbette gereklidir.
Normal eğitime geçmede en büyük handikap derslik ihtiyacıdır. Bakanlığımızın
2019 yılı sonuna kadar geçmeyi hedeflediği tam gün eğitimi için
yine Bakanlıkça açıklanan derslik ihtiyacı 57 bin civarındadır. Başta
sendikalarımız olmak üzere birçok sivil toplum örgütümüz, eğitim
yazarlarımız,politikacılarımız vs. aylardır konuyu tartıştılar, kendilerine
göre neler yapılması gerektiği konusunda görüşlerini açıkladılar. Ortaya
çıkan görüşleri;”İkili eğitimin bir çok sakıncası bulunduğu, normal
eğitime en kısa zamanda mutlaka geçilmesi gerektiği, Milli Eğitim Bakanlığının
konuya ilişkin hedefinin doğru ve yerinde olduğu, ancak bu kadar kısa
sürede bu kadar derslik (57 bin) açığının kapatılmasının zor olduğu,
dolayısıyla hedeflenen 2019 yılı sonu tekli eğitimin gerçekleşme
ihtimalinin zayıf olduğu” şeklinde özetlenebilir.
Öncelikle çeyrek asırdır eğitimin içinde ve sahada olan bir eğitimci
olarak Bakanlığımızın tekli eğitime geçiş hedefini ve çalışmalarını hemen
herkes gibi takdirle karşıladığımı belirtmek isterim. Süreçte en büyük sıkıntı
57 bin ek derslik ihtiyacı gibi görülüyor. Kısa sayılabilecek bir sürede
bu kadar derslik açığının kapatılabilmesi pek kolay olmasa da, bardağın dolu
yönünü görerek, alternatifler geliştirerek ve inisiyatif alarak
yapılabilecek bazı çalışmalarla sorun kolaylıkla aşılabilecek
gibi gözüküyor. Şöyle ki;
1.Öncelikle şubelerdeki öğrenci mevcudunun 30 ‘dan
aşağı olanların iki şubeye ayrılamayacağı yönetmelikle kesin olarak
belirlenmeli uygulaması sağlanmalı, sınıfların gereksiz yere şubelere
ayrılması engellenmelidir.Zira 21-22 öğrencili bir sınıf norm kadro (okuldaki
bazı öğretmenlerin norm kadro fazlası olmasını engellemek vs.)
hesaplarıyla 10-11 -12 kişilik şubelere bölünebilmektedir. Sadece bu
engellendiğinde sorunun yarısı çözülmüş olur. Öğretmen ve derslik durumunda
ülke genelinde hissedilir bir rahatlama olur.Ancak şunu da belirtelim ki
uygulamadaki norm kadro yönetmeliği, 10 kişilik şubelere cevaz
vermektedir.(http://mevzuat.meb.gov.tr/html/normkadro_1/yonetmelik.pdf)
Yapılması gereken ilk iş, bu yönetmeliğin her 10 öğrenci için bir şube
açılmasına onay veren maddesin değiştirilmesi olmalıdır.
2.Kent merkezlerimizde tarihi okullarımız var, bu okullar ilk
yapıldıklarında uygun yerde ve ihtiyaca binaen inşa edilmelerine
rağmen, kentleşmenin hızlanmasıyla tamamen şehir merkezlerinde, trafiğin,
gürültünün,barların, pavyonların, eğlence merkezlerinin ortasında kalmış bu
durumdaki merkezi okullar, depreme dayanıksızlığı ve fiziki güvensizliği
yanında günümüzde uygun ve ideal eğitim yeri olma özelliğini maalesef yitirmiş
durumdadırlar. Bu nedenle kent merkezlerindeki arsaları çok kıymetli
merkezi konumdaki okullarımız satılmalı, buradan elde
edilecek gelirle ülke genelinde ihtiyaç duyulan uygun yerlerde,yeni
okullar yapılmalıdır. Öyle merkezi okullarımız vardır ki, buradan elde edilecek
gelirle, o okulun yüz katı büyüklüğünde okullar yapılabilir. Yani mesela
30 derslikli merkezi yerdeki bir okulun satışından elde edilecek kaynakla,
şehrin dışında, pedagojik açıdan daha elverişli sessiz, sakin bir
ortamda binlerce derslikli okullar, eğitim kampüsleri yapılabilir.Böylece
hem kaynaklar yerinde kullanmış hem de sorun çözülmüş olur.
Süreçte yaşanması muhtemel,“okullarımızı sattırmayız” sloganlı
provokatörlere kulak asılır ve bunlar yapılmaz da öğrencilerin
dinlenme mekanları olan mevcut okulların daracık bahçelerine nizami olmayan
mantar gibi ek derslikler yapılma yoluna gidilirse sonuç ikili eğitimi aratır
hale gelebilir.
3.57 bin ek derslik için şehir merkezlerinin dışında uygun yerlerde
oluşturulacak alanlarda “okul yaptırma seferberliği”
düzenlenebilir. Dinimizin ilk emri “oku” olmuştur. Okumanın, öğrenmenin,
eğitimin ve bu sürece destek vermenin ibadet olduğu varlık sahibi hayırsever
vatandaşlarımıza anlatılarak süreçte onların da katkısı alınabilir.. Bunun
için Diyanet İşleri Başkanlığıyla yapılacak ortak bir çalışmayla
“okul yaptırmanın, okul yapımına katkı sağlamanın, eğitim ve öğretimin en büyük
ibadet olduğu, hatta kişilerin vefatlarından sonra bile bu tür ” sadaka-i
cariye”katkılarının sevabının devam ettiği bütün vatandaşlara ehil kişilerce
sık sık duyurulabilir. Bu potansiyel Türk insanında mevcuttur. Yeter ki onu
harekete geçirmesini bilelim.
Sonuç olarak, eğitim, savsaklamadan
ciddiye alınması gereken çok önemli bir eylemdir.Bütün dinler, bütün
peygamberler ve bütün kutsal kitaplar hep insanı terbiye etmek için
gelmişlerdir. Eski çağlarda büyük oranda dinlerin yerine getirmeye çalıştığı
eğitim faaliyeti, günümüzde kurumsallaşmış, modern araç-gereçlerle donatılmış
devlet bütçesinden giderleri karşılanan okullarca yapılmaktadır.Eğitimi ciddiye
alan ve eğitim standardını yüksek tutan ülkeler, ülkeler arası
yarışta hep ilk sıralarda yer alırlar. ikili eğitim,şartların uygun olmadığı
dönemlerde, normalleşme sağlanıncaya kadar geçici olarak başvurulması
gereken “anormal” bir uygulamadır.Gelişmiş ülkelerde ikili eğitim
görülmez. Asıl olan, olması gereken tekli “normal” eğitimdir. Ülkemiz son
15 yıldır hemen her alanda gelişmiş ve kalkınmıştır. Yeni Türkiye’ye
ikili “anormal” eğitim değil, normal eğitim yakışır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder