İmanın şartlarından biri de “Kaza ve Kader”e
inanmaktır. Kader, “ ezelden ebede kadar hayır ve şer meydana gelecek bütün
hadiselerin Allah katında ezelde bilinmesi ve takdir edilmesi,”kazâ
ise“Allah’ın bu ezeli takdiri, vakti gelince yaratması.” şeklinde tanımlanır.
İslami literatürde en çok tartışılan ve kafa yorulan
problemlerden biri de “kader”dir.
Özellikle bireyin (hayır/şer) eylemlerinde kaderin etkisinin olup olmadığı, etkisi var ise, bunun
“sorumlulukla” nasıl bağdaştırılabileceği öteden beri tartışıla gelen hususlardandır.
Halk arasında
genel olarak kader, Allah tarafından yazılan senaryonun insanlarca
sahneye konması gibi anlaşılmaktadır ki bu edilgen, pasif kader anlayışı, Allah
tarafından insana verilen muhakeme ve özgür iradeyi işlevsiz kılar. Her şey ezelde kader ile takdir edilmiş ise,
kişiyi ve eylemlerini yaratan Allah,
yaptıklarından dolayı bireyi niçin sorumlu tutsun? Halbuki insan akıllı ve irade sahibi bir
varlıktır eylemlerini aklını ve iradesini kullanarak yapar.
. Allah, insanları kendi tercihlerini yapıp
yapmamakta özgür bırakmıştır. Bu özgür iradeye cüz’i irade denir. İnsan, tüm varlığının,
yaşadığı kâinatın, çevresindekilerin Allah’ın kaderi ile takdir edildiğini
bilir. Bilir ki, güneşin doğuşu ve batışı bir takdir iledir. Dünyanın dönüşü,
gecenin ve gündüzün gelişi bir takdir iledir. Ancak tüm bu takdirler kendi
iradesi olmayan mahlûklar içindir. Bizim de irademizin devre dışı olduğu,
milliyetimiz, anne-babamız, cinsiyetimiz, biyolojik özelliklerimiz hep kaderin
takdiri iledir.
Fakat eylemlerimizi kendi özgür irademizle yaparız.
Kul kendi tercihini nasıl kullanırsa, Allah ona göre yaratır. Bizim tercihimizi
yapmamızdan sonra neticeyi yaratan yine Allah’tır ama bu bizi mesuliyetten
kurtarmaz.
İnsan, iradesiyle
seçiminden sorumludur Kur’an’da;
“Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği
fenalık kendi aleyhinedir.” (Bakara suresi, 2/286)
“De ki: İşte Rabbiniz tarafından gerçek geldi. Artık
dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf suresi, 18/29)
Kader probleminin odak noktasını oluşturan
insanların fiilleri konusunda Kur’an’da dileyenin iman, dileyenin inkâr
edebileceği, itaat ve isyanın insanın iradesine bağlı kılındığı, kişilerin
işledikleri ameller karşılığında cennete veya cehenneme girecekleri, iyi
işlerinin lehlerine, kötü işlerinin aleyhlerine olduğu ve Allah’ın kullarına
asla zulmetmediği ifade edilmiştir (el-Kehf 18/29; es-Secde 32/19-20; Sebe’
34/37-38; Yâsîn 36/54, 63-64).
“Size isabet eden sıkıntı ve musibetler kendi
elinizle yaptığınız (yanlış işler) yüzündendir. Üstelik (Allah hatalarınızın)
birçoğunu da affetmektedir.”(Şura-30)
“Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalar; sarp ve
sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa "Bu
Allah’tan" derler, başlarına bir kötülük gelince de "Bu senden"
derler. "Hepsi Allah’tandır" de. Ne oldu bu adamlara ki bir türlü
sözü anlayamıyorlar!”(Nisa-78)
“Sana gelen
iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi
gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.”(Nisa-79)
Evet, ayetlerden de görüleceği gibi, insan
fiillerini kendi tercih etmekte serbesttir. Bu eylemin karşılığını da Allah,
kulun tercihine göre vermektedir. Günahı tercih eder ise karşılığını, sevabı
tercih eder ise mükâfat vermektedir. Bu ayetlere göre, insana isabet eden,
insanı derinden etkileyen her türlü olay, musibet ve sıkıntı, kader kaynaklı
değildir, bilakis bunların sebebi kendi elimizle yaptığımız yanlış işler,
yanlış eylemlerdir
Hz.Ömer, veba
salgını yüzünden Şam’a girmeyip geri dönmesini kaderden kaçış olarak
değerlendirenlere, hiçbir fiilin kaderin kapsamı dışında kalmadığını ve
dolayısıyla bulaşıcı hastalık bulunan bir beldeye girmemenin de bir kader
olduğunu söyleyerek Hz. Peygamber’in kader hakkında yaptığı açıklamayı
tekrarlamış, günahları kaderin sevkiyle işlediğini iddia eden bir kişiyi de
cezalandırmıştır (Ebû Zehre, s. 140-142). Hz. Ali de bir soru üzerine her şeyin
kazâ ve kadere göre gerçekleştiğini ve hiçbir olayın bunun dışında kalmadığını
belirttikten sonra kaderin insanları icbar altında bırakmadığını ve fiillerini
hürriyet içinde gerçekleştirdiklerini söylemiş, aksi takdirde mükâfat veya ceza
uygulamasının adalet ilkesiyle bağdaşmayacağını ifade etmiştir. (Âcurrî, s.
200-215; Kādî Abdülcebbâr, Fażlü’l-iʿtizâl, s. 146-147).
Bütün bu ayet
ve hadislere baktığımızda, aklı ve iradeyi yok sayan pasif, edilgen bir kader
anlayışının İslam’la, akılla bağdaşmadığı ortadadır. Böyle bir kader anlayışı bizi tembelliğe
sürükler. Hayatta gerekli çalışmayı yapmayan, emek sarf etmeyen, sorumluluk
duygusuna sahip olmayan insanlar maalesef bu yanlış kader anlayışına sığınırlar
ve kendilerini kandırırlar/rahatlatırlar. Bu tür kişiler, “Kötü kader”,
“Kaderin oyunu”, “Alın yazısı”, “Bu benim kaderim”, “Kaderimde varmış”, “Ne
yapayım yapılacak bir şey yok”, “Elimden ne gelir ki”, “Bunu ben seçmedim” ,
“Allah benim için takdir etti.(!) vb. sözler bu tür insanlar için adeta
tembelliğe kılıf halini alır. İşinde
yeterli çalışma,sebat ve performansı göstermeyen çalışan terfi alamayışını,
derslerine yeteri kadar çalışmadığından sınavlarda başarı gösteremeyen öğrenci
başarısızlığını hep kadere bağlayarak kendisini geçici olarak rahatlatır.
Vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy, anlam ve
içeriğinden saptırılan, insanın özgür iradesini hiçe sayan bu tarz kader anlayışına dizeleriyle çok anlamlı bir cevap verir;
“O ihtişamı elinden niçin bıraktın da
Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
“Kadermiş!” öyle mi? Hâşâ bu söz değil doğru:
Belânı istedin Allah da verdi… Doğrusu bu!
“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!”
…………..
“Görür de halini insan, fakat bu derbederin;
Nasıl günahına girmez tevekkülün, kaderin?
Sarılmadan en ufak bir işinde sebeplere,
Başarıya ulaşabilmeyi düşünme bir kere.
Ahmaklığın normal sınırları aştı, yeter!
Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!
Senin anladığın “Kader” dine iftiradır;
Tevekkülün, hele, zarar içinde zarardır.
Niçin, nasıl geliyormuş… Onu bilen yok;
Biz seçimlerimizden sorumluyuz ancak.
Kader nedir, sana düşmez o sırrı araştırmak;
Senin görevin Allah’ın buyruklarına uymak!
Yazık ki: Tanınmayacak hale geldi çehresi dinin;
Nefretle bakan gözler kuşatmada İslam’ı bugün.
Tevekkülü sokmak için böyle bayağı bir şekle,
Ey alçaklar, aklı nasıl uyuttunuz, bilsem hele?
Tevekkül öyle yaman bir iman işaretiydi ki
Ona erdemlerin en üstünü dense yeriydi.
Yazık ki: Ruhuna aşılandı tembellik illeti;
Cüzzama döndü, harap etti gitti memleketi!”
(Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Fatih kürsüsünde)
Sonuç;
Kuran’ın ilk emri “oku” olmuştur. Bunun açılımı, “sana akıl/öğrenme
yetisi/muhakeme etme/irade edebilme niteliği verdim. Çalış öğren, düşün,
değerlendir/dünyayı imar et,icatlar yap,tembellik etme.” manalarını ihtiva
eder.
İnsan, “Ahsen-i takvim- üstün bir şekilde yaratılan”
(Tin-4) akıllı, iradeli bir varlıktır. Bu nedenle bir nevi Allah’ın
yeryüzündeki halifesidir.(Bakara-30) İnsanoğlu yeryüzünde ne kadar doğru işler
yaparsa dünyamız o kadar yaşanabilir hal alır. Yanlış eylemler yapıldığında da
dünya canlı cansız bütün varlıklar için yaşanılmaz hal alır. Japonya’ya 2. Dünya savaşı sırasında atılan
ve aradan 80 yıl geçmesine rağmen hala o bölgede canlı bitki yetişmediği,
bölgedeki insanlarda hala özürlü doğumların oranının görece yüksek olduğu
unutulmamalıdır. Dünyada cereyan eden şeyler (mucize gibi istisnalar hariç)
dünyadaki fiziksel kanunlara tabidirler. Başarıların da başarısızlığında sebebi
nettir ve bellidir. Tembelliğimizden kaynaklı başarısızlığımızı nazar, büyü,
kader vb. muhayyel şeylere ihale edersek sadece kendimizi kandırabiliriz.
Aklımızı kullanmanın dinimizin emri olduğunu asla unutmamalıyız. Gerçek iman
aklın ve bilimin verilerini kullanarak hareket etmemizi gerekli kılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder