Son yıllarda çevrecilik, çevre temizliği, çevreyi korumak, ekolojik dengeye
zarar vermemek gibi konular basın yayın organlarında çok sık yer almakta hatta
bu konularla ilgili dernek ve vakıflar kurulmaktadır. Bu amaca matuf söz
konusu sivil toplum örgütleri insanlarımızın dikkatlerini konuya
yoğunlaştırarak bir çevre bilinci oluşturmak için çeşitli faaliyetler
yapmaktadırlar.
Toplumda insanlarımızı motive eden, dikkatlerini çeken çeşitli dinamikler
vardır ki bunların başında din gelir. Sistematik eğitimin yapılamadığı eski
çağlarda birtakım yanlış davranışların (geceleyin tırnak kesmek, ıslık çalmak
vs.) dinen günah olarak topluma yansıtılmasının temel gerekçesi de budur. Yani
burada amaç dinin etkinliğinin kullanılarak toplumdaki yanlışlıkların
düzeltilmesi, insanların bir nevi eğitilmesidir. Zaten bütün dinlerin ortak ve
yegâne hedefi insanları eğitmektir. Çevrecilik konusunda da dinimizin bu etkinliğinden
pekala yararlanılabilir.
Evrende, canlıların yaşayabilmesi
için en uygun ortamın oluşturulduğu tabii bir düzen mevcuttur. Bu düzen Allah
tarafından yaratılmış ve bize bahşedilmiştir. (Bkz. Kur'an, 14/32; 16/12, 14;
22/65; 29/61; 31/20; 35/13; 39/5; 45/13) Bu, Allah'ın insana verdiği değerin
bariz bir göstergesidir. Kur'an-ı Kerim yeryüzü ve gökyüzündeki canlı cansız
bütün varlıkların belli bir ölçü ve dengeye göre yaratıldığından beyan ederken
(Hicr 15/16-20; Kamer 54/49), insanın tabiattan faydalanma esnasında bu ölçü ve
dengeyi bozmaması gerektiğine de dikkat çekmektedir (Rahman 55/7-12).
Tabiattaki her türlü nimetten insan elbette faydalanacaktır. Ancak nimetlerden
faydalanırken tabii dengenin bozulmaması, tabiatın kirletilmemesi
esastır. Deniz ve kara hayvanları usulünce avlanırsa bize sürekli fayda
sağlar, egoistlik yapıp, hayvanların üreme dönemlerinde yapılan avlanmalar,
“altın yumurtlayan tavuğu kesmek” e benzer.
Bilinmelidir ki,
çevreye zarar vermekle insanoğlu aslında bindiği dalı kesmektedir. Doğayı
sorumsuzca tahrip edenler, çevreyi umursamaz bir tavırla kirletenler, evrendeki
sınırlı nimetleri hor kullananlar, tabiatı düşüncesizce tahrip edip kirletenler
de kendi yaptıklarının cezası olarak kendilerini yaşanmaz bir dünyanın içinde
bulacaklardır.
Kur'an-ı Kerim de
insanlara isabet eden bir kısım musibetlerin kendi yaptıklarının bir sonucu
(Şuarâ, 42/30), hatta "İnsanların kendi elleriyle yapıp ettiklerinin bir
sonucu olarak yeryüzünde bozulma başladı. Belki dönerler diye Allah (c.c.) yaptıklarının
bazı kötü sonuçlarını onlara tattıracaktır" (Rum 30/41) ayetiyle
yaptıklarının bir cezası olduğunu vurgulamaktadır. Hava ve suların
kirliliği, dünyanın yeşilsiz bırakılarak çölleştirilmesi, ozon tabakasının
delinme tehlikesiyle karşı karşıya kalması bunlardan bazılarıdır. Fakat bu
sonuçlar, insanlar için bir sürpriz, bir kader değil,kendi yaptıklarının doğal
bir sonucu, kendi ektiklerini biçmeleridir. Toprağımızı çoraklaştıran,
nehirlerimizi, göllerimizi kurutan, denizlerimizi balıkların bile
yaşayamayacağı bir kirliliğe büründüren sanayi atıklarının, şehirler kurma
adına ormanları talan etmenin, medeniyet adına üretilen fakat havaya zarar
veren unsurların tedbiri alınmadığı takdirde karşımıza çıkacak olan manzara
bundan başkası değildir
İnsanlığın önünde bir ışık olan
İslam'ın, dinî alan kabul edilen sadece inanç ve ibadet konularında
bizlere bir takım görevler yükleyip de hayatın diğer alanlarını boş bıraktığı
düşünülmemelidir. İslam insan hayatının her yönüyle ilgili emirler, tavsiyeler
ve uyarılar yapmaktadır. Dolayısıyla üzerinde durduğumuz bu konuyla ilgili bir
takım emir, tavsiye ve uyarılar da bulunmaktadır. (Dr.Muhsin TOPRAK “İslamın
Çevre Bilincine Katkısı” Yeni Ümit Dergisi, sayı:69, 2005,İzmir)
Kur'an-ı Kerim, Allah'ın
yeryüzünü imar görevini insana yüklediğini beyan eder. Bir ayette "Sizi
yeryüzünde yaratıp, orayı imar etmenizi dileyen Allah'tır" (Hud
11/61) buyrulmaktadır. İslam bilginleri bu ayete dayanarak, meskenlerin
yapılması, su kanallarının açılması, ağaçlandırma çalışmaları gibi imar
işlerinin topluma farz (Allah’ın yapılmasını istediği kesin emri) olduğunu
söylemişlerdir. İnsan tabii veya dini bir görev olarak elbette ki yeryüzünü
imar edecektir. Ama bunu, tabiatı tahrip etmeden yapmalıdır. Müslüman ahlakı
bunu gerektirir.
Ayrıca Hz. Peygamber
yaşanılan şehrin temiz tutulması yönünde emir ve tavsiyelerde bulunmuş, bitki
ve hayvanların korunmasına özen göstermiştir. Bu noktada Peygamberimiz Mescidin
temizlenip güzel koku ile kokulanmasına, avluların temiz tutulmasına,
içme sularının yakın çevresine çöp dökülmemesine dair emirleri ile,
susuzluktan ağzı kurumuş, dili sarkmış bir köpeğe kuyudan ayakkabısıyla su
çıkarıp susuzluğunu gideren adamın cennetlik olduğuna, kedisini eve
hapsedip açlıktan öldüren yaşlı kadının da cehennemlik olduğuna dair haberleri
de hatırlanmalıdır.
Bu örnekler
göstermektedir ki Yüce Peygamberimiz her konuda olduğu gibi çevreyi koruma,
temiz tutma hususunda da ümmetine hep örnek oluyordu. Ayrıca Hz. Peygamberin ağaç
dikmeye ve çevre bilinci oluşturmaya yönelik birçok hadisi bulunmakta olup
bunlardan bazıları şunlardır;
-"Kıyamet kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı var ve onu dikmeye
vakit bulabilirseniz onu dikin".
-"Kim bir ağaç dikerse onun için ağaçtan hasıl olan ürün kadar Allah
sevap yazar".
-"Her kim boş, kuru ve çorak bir araziyi ihya ederse bu amelinden
dolayı Allah tarafından mükâfatlandırılır. Herhangi bir canlı ondan
faydalandıkça orayı ihya edene sadaka yazılır".
-"Müslümanlardan bir kimse bir ağaç dikerse o ağaçtan yenen mahsul
mutlaka onun için sadakadır. Vahşi hayvanların yediği de sadakadır.
Kuşların yediği de sadakadır. Herkesin ondan yiyip eksilttiği mahsul de onu
dikene ait bir sadakadır ".
Bu tür hadisler atalarımıza da ilham kaynağı olmuştur. Onlar bulundukları
yerleri, kurdukları şehirleri en mamur hale getirmenin, insan için yaşanabilir
mekânlar kılmanın çabasını gütmüşlerdi. İstanbul Fatihinin “Ormanlarımdan
bir dal kesenin başını keserim” fermanı ormana
ve çevreye ne denli önem verdiğinin bir göstergesidir. Yine büyük hükümdarın
İstanbul'un fethinden sonra Taşlık mevkiinde satın alıp vakfettiği 136 adet
dükkân için yazdırdığı vakfiye de, atalarımızın çevreciliğe çevre temizliğine
o tarihlerde bile ne kadar önem verdiklerini açıkça göstermektedir. Söz
konusu vakfiyede "Bu gayr-i menkulatımdan elde olunacak
nemalarla İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki
ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün
belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin tükürükleri
üzerine bu tozu dökeler ki yevmiye 20 akçe alsunlar. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip
ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasb eyledim. Bunlar ki ayın belli günlerinde
İstanbul’a çıkalar bilâ istisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup
olmadığını soralar; var ise şifası, ya da mümkün ise şifayab olalar. Değilse
kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darulacezeye kaldırılarak orada
salah bulalar. Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı vaki olabilür. Böyle
bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah, ehl-i erbaba verile. Bunlar ki
hayvanat-ı vahşiyyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlara
çıkıp avlanalar ki zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar. ifadeleri
yer almaktadır.(İbrahim Özdemir, Münir Yükselmiş, İslam ve Çevre Sorunları,
Ankara 1995, s.126-127
Yine Kanuni'nin
Edirne subaşısına yazdığı bir emirnamede Edirne sokaklarının temiz tutulması
yönünde ortaya koyduğu; ev ve dükkânların çevrelerinin temiz tutulması, hamam
ve han gibi umuma ait yerlerin temizliğine dikkat edilmesi, çevreyi kirleten
esnafın artık maddeleri şehir dışındaki boş yerlere taşıması, evlerde çamaşır,
bulaşık yıkandığında sabunlu suların sokaklara akıtılmaması, at-arabacıların
sokaklara pisleyen atlarının pisliklerini kendilerinin temizlemesi gibi
emirleri, yaşadıkları çağ itibariyle atalarımızın çevre bilinci ve
duyarlılıklarının ne kadar yüksek olduğunun birer göstergesidir. (Ahmet
Akgündüz, Belgeler Gerçekleri Konuşuyor, İzmir 1991, s.75–76)
Tabiatı sevmeyi, çevreyi korumayı ve temiz tutmayı bir bilinç haline
getirmenin Müslümanlar için dini bir emir, bir ibadet olduğu ortadadır. Ancak
günümüz Müslümanlarının bu konuda maalesef yeterince duyarlı oldukları
söylenemez. Gerek ülkemizde, gerekse de diğer Müslüman ülkelerde bu konulardaki
hassasiyet, Batılı ülkelerin kat be kat altındadır. Hac mevsimindeki Sudi
Arabistan’ın sokaklarının nahoş görüntüleri bunun en bariz göstergesidir. Dinin
emrine uyup maddi, manevi külfetlere katlanıp, dünyanın dört bir tarafından Hac
için Arabistan’a gelen hacı adayları, dinin diğer emri olan temizlik ve çevreyi
korumayı ihmal etmektedirler. Yine piknik alanlarımızın, plajlarımızın, miting
yapılan mekânlarımızın durumları da ortadadır. Küçük ihmaller, orman yangınları
gibi büyük felaketlere yol açabilmektedir. Bu konuda herkes çok hassas olmalı,
sadece insanların değil, doğadaki milyarlarca canlının sorunsuzca varlığını
sürdürebilmesi için elinden geleni yapmalıdır. Müslümanlar bir nevi Allah’ın
kendilerine emaneti olan çevreye ve çevreciliğe sahip çıkmalı ve bu bilinci
ivedilikle yaygınlaştırmalıdırlar
Atatürk’e atfedilen bir sözde “Çabuk bana yeni bir din bul. Ağaç dini.
Bir din ki, ibadeti ağaç dikmek olsun.” (http://www.agaclar.net/index.php?id=334)
denilmektedir. İşte İslam dini bu dindir. -"Kıyamet kopmaya
yakınken elinizde bir ağaç fidanı var ve onu dikmeye vakit
bulabilirseniz onu dikin" buyuran bir dinde, ağaç dikmek elbette
ibadettir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder