26 Nisan 2021 Pazartesi

NORMAL EĞİTİME GEÇİŞ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

 

Çağdaş dünyada  devletlerin  temel görev ve sorumluluklarının  başında, adalet, güvenlik, sağlık ve eğitim gelmektedir. Devletler,  imkanları ve anlayışlarına göre, geleceklerini emanet edecekleri çocuklarına iyi eğitim verebilmek için çaba sarf ederler. Ülkemizde, eğitim kurumlarımızın fiziki yeterlilikleri, okul çağı nüfusumuza gün boyu eğitim vermeye yeterli gelmediğinden,  özellikle nüfusun yoğun olduğu yerleşim yerlerinde yaklaşık yarım asırdır  “ikili-sabahçı, öğlenci” eğitim modeli uygulanmıştır.

Milli Eğitim Bakanlığı 2019 yılı sonuna kadar  tüm okullarda normal eğitime geçilmesini hedefledi. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, "Amaç kaliteli bir eğitim vermek. Allah nasip ederse 2019 yılı sonuna kadar, Başbakanımızın talimatı var, tekli eğitime geçeceğiz. 77 bin derslik ihtiyacımız varken, bu sayı 58 bine düştü ama şu anda 45 bin derslik yapılıyor. Aradaki fark 13 bin. Ankara'da 10 bin derslik yapılıyor. İstanbul'da 17 bin dersliğe ihtiyacımız var”dedi. (http://www.hurriyet.com.tr/2019-sonuna-kadar-tam-gun-egitime-gecilecek-40664227)

Ülkemiz nüfus artışı devam eden ülkelerden biri, özellikle genç (eğitim çağındaki) nüfusumuz oldukça fazla. İlk ve Orta öğretime devam eden öğrenci sayımız 17 milyonu aşmış durumda. Yani bizim sadece zorunlu eğitim çağında,  devletten kaliteli eğitim hizmeti bekleyen  öğrenci mevcudumuz bir çok Avrupa ülkesinin nüfusundan kat kat fazla durumda.

 (Hollanda: 16 milyon 780 bin , Belçika: 11 milyon 162 bin , Yunanistan: 11 milyon 63 bin, Çek Cumhuriyeti: 10 milyon 516 bin , Portekiz: 10 milyon 487 bin , Macaristan: 9 milyon 909 bin , İsveç: 9 milyon 556 bin , Avusturya: 8 milyon 452 bin, Bulgaristan: 7 milyon 285 bin , Danimarka: 5 milyon 603 bin, Finlandiya: 5 milyon 427 bin, Slovakya: 5 milyon 411 bin , İrlanda: 4 milyon 591 bin , Hırvatistan: 4 milyon 262 bin , Litvanya: 2 milyon 972 bin, Slovenya: 2 milyon 59 bin  Letonya: 2 milyon 24 bin, Estonya 1 milyon 325 bin, Lüksemburg: 537 bin , Malta: 421 bin .) (http://www.internethaber.com/iste-ulke-ulke-avrupa-nufusu-609043h.htm)

Hal böyle olunca,  ülkemizde eğitimin sorunlarını hızlıca çözmek, kaliteli bir eğitim ortamı ve eğitim hizmeti sunmak epeyce zorlaşıyor. Eski bir Maarif Vekilimize  atfedilen “Şu mektepler olmasa maarifi nasıl da güzel idare ederdim” rivayeti durumu özetler nitelikte. Yani, dersliklerimiz yetersiz, öğrenci mevcudumuz fazla, hızlı  nüfus artışımız devam ediyor ve 12 yıllık zorunlu eğitimimiz var.

Bilindiği gibi ikili eğitim; derslik yetersizliğinden dolayı tek bir okul binasında ayrı öğrenci gruplarıyla hem sabah  hem de öğleden sonra yapılan eğitim ve öğretimdir. Sabahları derslerin çok erken başlaması nedeniyle öğrencilerin uykusunu yeterince  alamadan hatta kahvaltısını bile yapamadan okula gelmeleri, öğlenci grubun da çok geç saatlere (karanlığa) kadar okulda kalmaları, bu kadar geç saatlerde  öğrencilerin eve dönüşlerindeki sıkıntıları, ikili eğitimlerde teneffüslerin kısa tutulması, ikili eğitimin başlıca sakıncalarını oluşturmaktadır.

Derslerin sabah 08.30-09.00 gibi normal bir saatte başlayıp, öğleden sonraları 15.00-16.00’larda  sona erdiği; teneffüsler ve  öğle arası için yeterli, makul zamanın ayrılabildiği eğitim  modeline tam gün-normal-tekli eğitim diyoruz.

Normal eğitim nitelikli eğitimdir. Normal eğitimin ikili eğitime göre birçok avantajları vardır,Her çocuk bizim için bir değerdir. Çocuklarımızın  sağlıklı gelişimi ve  kaliteli eğitim almaları  açısından normal eğitime en kısa sürede  geçmemiz elbette gereklidir. Normal eğitime geçmede en büyük handikap derslik ihtiyacıdır. Bakanlığımızın 2019 yılı sonuna kadar geçmeyi hedeflediği  tam gün eğitimi için  yine Bakanlıkça açıklanan derslik ihtiyacı 57 bin civarındadır. Başta sendikalarımız olmak üzere birçok sivil toplum örgütümüz, eğitim yazarlarımız,politikacılarımız vs. aylardır konuyu tartıştılar, kendilerine göre  neler yapılması gerektiği konusunda görüşlerini açıkladılar. Ortaya çıkan görüşleri;”İkili eğitimin bir çok  sakıncası bulunduğu, normal eğitime en kısa zamanda mutlaka geçilmesi gerektiği, Milli Eğitim Bakanlığının konuya ilişkin  hedefinin doğru ve yerinde olduğu, ancak bu kadar kısa sürede  bu kadar derslik (57 bin) açığının kapatılmasının zor olduğu, dolayısıyla  hedeflenen 2019 yılı sonu tekli eğitimin gerçekleşme ihtimalinin zayıf olduğu” şeklinde özetlenebilir.

Öncelikle çeyrek asırdır eğitimin içinde ve sahada olan bir eğitimci olarak  Bakanlığımızın tekli eğitime geçiş hedefini ve çalışmalarını hemen herkes gibi takdirle karşıladığımı belirtmek isterim. Süreçte en büyük sıkıntı 57 bin ek derslik ihtiyacı gibi görülüyor. Kısa sayılabilecek bir sürede  bu kadar derslik açığının kapatılabilmesi pek kolay olmasa da, bardağın dolu yönünü görerek, alternatifler geliştirerek ve inisiyatif alarak  yapılabilecek  bazı çalışmalarla   sorun kolaylıkla aşılabilecek gibi gözüküyor. Şöyle ki;

1.Öncelikle  şubelerdeki öğrenci   mevcudunun  30 ‘dan aşağı olanların iki şubeye ayrılamayacağı yönetmelikle kesin olarak belirlenmeli uygulaması sağlanmalı, sınıfların gereksiz yere  şubelere ayrılması engellenmelidir.Zira 21-22 öğrencili bir sınıf norm kadro (okuldaki bazı  öğretmenlerin norm kadro fazlası olmasını engellemek vs.) hesaplarıyla 10-11 -12 kişilik şubelere  bölünebilmektedir. Sadece bu engellendiğinde sorunun yarısı çözülmüş olur. Öğretmen ve derslik durumunda ülke genelinde hissedilir bir rahatlama olur.Ancak şunu da belirtelim ki uygulamadaki norm kadro yönetmeliği, 10 kişilik şubelere cevaz vermektedir.(http://mevzuat.meb.gov.tr/html/normkadro_1/yonetmelik.pdf) Yapılması gereken ilk iş,  bu yönetmeliğin her 10 öğrenci için bir şube açılmasına onay veren maddesin değiştirilmesi olmalıdır.

2.Kent merkezlerimizde  tarihi okullarımız var, bu okullar ilk yapıldıklarında  uygun yerde ve ihtiyaca binaen inşa edilmelerine rağmen,  kentleşmenin hızlanmasıyla tamamen şehir merkezlerinde, trafiğin, gürültünün,barların, pavyonların, eğlence merkezlerinin ortasında kalmış bu durumdaki merkezi okullar, depreme dayanıksızlığı ve fiziki güvensizliği yanında günümüzde uygun ve ideal eğitim yeri olma özelliğini maalesef yitirmiş durumdadırlar. Bu nedenle kent merkezlerindeki   arsaları çok kıymetli merkezi  konumdaki okullarımız   satılmalı, buradan elde edilecek gelirle  ülke genelinde  ihtiyaç duyulan uygun yerlerde,yeni okullar yapılmalıdır. Öyle merkezi okullarımız vardır ki, buradan elde edilecek gelirle, o okulun  yüz katı büyüklüğünde okullar yapılabilir. Yani mesela 30 derslikli merkezi yerdeki bir okulun satışından elde edilecek kaynakla, şehrin  dışında, pedagojik açıdan daha elverişli sessiz, sakin bir ortamda   binlerce  derslikli okullar, eğitim kampüsleri yapılabilir.Böylece hem kaynaklar yerinde kullanmış  hem de sorun çözülmüş olur.

Süreçte yaşanması muhtemel,“okullarımızı sattırmayız” sloganlı  provokatörlere kulak asılır ve  bunlar yapılmaz da  öğrencilerin dinlenme mekanları olan mevcut okulların daracık bahçelerine  nizami olmayan mantar gibi ek derslikler yapılma yoluna gidilirse sonuç ikili eğitimi aratır hale gelebilir.

3.57 bin ek derslik için şehir merkezlerinin dışında uygun yerlerde oluşturulacak alanlarda  “okul yaptırma seferberliği” düzenlenebilir.  Dinimizin ilk emri “oku” olmuştur. Okumanın, öğrenmenin, eğitimin ve bu sürece destek vermenin ibadet olduğu varlık sahibi hayırsever

vatandaşlarımıza anlatılarak süreçte onların da katkısı alınabilir.. Bunun için  Diyanet İşleri Başkanlığıyla  yapılacak ortak bir çalışmayla “okul yaptırmanın, okul yapımına katkı sağlamanın, eğitim ve öğretimin en büyük ibadet olduğu, hatta kişilerin vefatlarından sonra bile bu tür ” sadaka-i cariye”katkılarının sevabının devam ettiği bütün vatandaşlara ehil kişilerce sık sık duyurulabilir. Bu potansiyel Türk insanında mevcuttur. Yeter ki onu harekete geçirmesini bilelim.

Sonuç olarak, eğitim, savsaklamadan ciddiye alınması gereken çok önemli bir eylemdir.Bütün dinler, bütün peygamberler ve bütün kutsal kitaplar  hep insanı terbiye etmek için gelmişlerdir. Eski çağlarda büyük oranda dinlerin yerine getirmeye çalıştığı eğitim faaliyeti, günümüzde kurumsallaşmış, modern araç-gereçlerle donatılmış devlet bütçesinden giderleri karşılanan okullarca yapılmaktadır.Eğitimi ciddiye alan ve  eğitim standardını yüksek tutan  ülkeler, ülkeler arası yarışta hep ilk sıralarda yer alırlar. ikili eğitim,şartların uygun olmadığı dönemlerde, normalleşme sağlanıncaya kadar geçici olarak başvurulması  gereken “anormal” bir  uygulamadır.Gelişmiş  ülkelerde ikili eğitim görülmez. Asıl olan, olması gereken tekli “normal” eğitimdir.  Ülkemiz son 15 yıldır hemen her alanda  gelişmiş ve kalkınmıştır. Yeni Türkiye’ye ikili “anormal” eğitim değil, normal eğitim yakışır.

ÖZEL OKULLARA DEVLET DESTEĞİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

 

Bilindiği üzere eğitim, modern dünyada devletlerin temel görevlerinden birisidir. Günümüzde öze teşebbüsün gelişmesiyle birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de,   eğitim hizmeti bedeli karşılığında isteyenlere özel kurumlarca da verilmektedir.

Milli Eğitim Bakanlığı bir ilke imza atarak, ilk kez 2014-2015 Öğretim yılından itibaren, anaokulundan lise son sınıfa kadar, özel okulda okuyan yüz binlerce özel okul öğrencisine devlet desteği (teşvik)  vermeye başladı.

2014-2015 öğretim yılında belirlenen kıstaslara göre müracaat edenler arasından seçilen Okul öncesi kurumlarına devam eden  50 bin öğrenciye  2 bin 500, Özel İlkokullara devam eden  50 bin öğrenciye   3 bin TL, özel Ortaokul ve özel Liselere devam eden  75’er bin öğrenciye  de yıllık 3 bin 500 TL ödeme yapıldı. 2014-2015 öğretim yılında toplam 250.000 öğrenciye eğitim  desteği verildi. Sonraki yıllarda da teşvik edilen öğrenci sayısı ve teşvik tutarları artarak devam etti.

İçerisinde bulunduğumuz 2017-2018 öğretim yılında da destek tutarları, Okul Öncesi eğitim kurumlarında okuyan öğrencilere 3 bin 60 lira, İlkokul ve Temel liselerde öğrenim gören öğrencilere 3 bin 680 lira, Ortaokul ve diğer liselerde öğrenim gören öğrencilere ise 4 bin 280 lira olarak belirlendi. 2017-2018 öğretim yılında 75 bini ilk defa olmak üzere toplamda 340 bin öğrenci özel okul teşvikinden yararlanmış oldu.

Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf  Tekin,  yaptığı değerlendirmede, özel okul desteğinin iki temel amacı bulunduğunu vurguladı. Tekin, "Birinci amacımız dershanelerin dönüşüm sürecinde özel okula dönüşmek isteyenlere yardımcı olmak. İkincisi ise şu anda  % 3 civarında olan özel sektörün eğitimdeki payını artırarak, 2023’e kadar  bu oranı  % 15'e çıkarmak…" dedi.

Bu konu, uygulamanın başladığı ilk günden bu yana başta siyasiler, eğitimciler ve yazarlar olmak üzere birçok kişi tarafından etraflıca tartışıldı. Teşvike karşı fikir beyan edenlerin genelde ortak argümanı; “Eğitim devletin temel görevlerinden birisidir, bu temel görev, (özel teşebbüse) ihale edilmemelidir, özel okula çocuğunu gönderen veli zaten belli bir ekonomik seviyede demektir, dolayısıyla devlet bu tür hali vakti yerinde velilerin özel okul ödemelerine katkıda bulunmak yerine, kendi okullarını özel okul seviyesine çıkarması gerekir, bu uygulama eğitimde fırsat eşitliğini yok eder vs.” şeklindedir.

Ülkemiz gelişmekte olan bir ülke olup, kişi başına düşen  milli gelirimiz, Avrupa birliği ülkeleri ortalaması 38-40 bin dolar civarında iken son yıllarda yeni yeni 10 bin dolar seviyelerinin üzerine çıktı. Ülkemizin öğrenci sayısı yüksek öğrenim hariç 17 milyonu aşmış durumdadır ki bu rakam, birçok gelişmiş ülkenin tüm nüfusundan kat kat fazladır.( http://www.milliyet.com.tr/ogrenci-sayisi-17-milyon-319-bin-gundem-2424136/)

Hal böyle olunca gelişmiş batı ülkeleri ile ülkemizi kıyaslamak, oralardaki hizmetlerin seviye ve kalitesinin aynısını bugün için hemen devletimizden beklemek mantıklı değil. Daha kat edilecek çok yolumuz var. 15-20 yıl öncesine göre diğer alanlarda olduğu gibi eğitimde  de birçok sorun aşılmış olmasına rağmen,17 milyonu aşkın öğrencimizin öğrenim gördüğü eğitim hizmetlerinin tüm sorunlarını kısa vadede  çözüvermek pek kolay görülmüyor. Durumu iyi olan velilerimizin çocuklarını özel okulda okutmaları suretiyle devletin eğitim yükünü hafifletmeleri her kesim tarafından desteklenmeli, alkışlanmalıdır. Yıllar önce devlet okullarındaki tüm öğrencilere ders kitapları ücretsiz verilmeye başlandığında, nedendir bilinmez özel okul öğrencilerine ücretsiz ders kitabı verilmemiş,  her vatandaş gibi vergisini ödeyen ve  özel okulda çocuğunu okutan veliler adeta cezalandırılmışlardı. Hatadan dönüldü, şu anda (devlet okulu / özel okulda okuyan) tüm öğrencilere ders kitapları ücretsiz veriliyor.

Araştırıldığında, devlet okullarındaki, bina, ısınma, personel, temizlik, kırtasiye, taşıma, güvenlik vb. birçok giderin toplanıp  öğrenci sayısına bölünmesiyle elde edilecek bir  öğrencinin devlete ortalama yıllık  eğitim maliyetinin, özel okullardan eğitim hizmeti alanlara verilen teşvikten kat be kat fazla olduğu görülür. Yani  aslında devlet özel okul öğrenci velisine değil, özel okulda çocuğunu okutan veli, devletin üzerinden çocuğunun eğitim yükünü aldığı için devlete katkı sunmaktadır. Bu uygulamanın “eğitimde fırsat eşitliğini” bozacağı iddiasına gelince; devlet okullarına göre özel okulların özellikle fiziki şartları daha iyi durumda olmasına rağmen özel  okullara devam eden  her öğrencinin her zaman çok başarılı olduğu/olacağı söylenemez. Üniversite giriş sınavlarındaki başarı sıralamalarında, çoğu kez resmi Fen Liselerimizin ilk sıralarda yer aldığı bilinen durumdur. Başarı için fiziki şartların iyi olması çok işe yaramaz, başarının olmazsa olmaz şartı, öğrencinin çok ama çok çalışmasıdır.

Sonuç olarak, birçok hizmet alanında olduğu gibi eğitimde de,  devletimizin yanında özel sektörün de faaliyette bulunması, büyüyüp gelişmesi çok faydalı bir durumdur. Eğitimimizde özel sektörün çok az olan payının, Bakanlığımızın bu vb. teşvikleriyle 2023 hedefi olan   %15 ‘lere  çıkarılabilmesi için teşviklerin (teşvik tutarı ve teşvik verilecek öğrenci sayısının) artırılarak sürdürülmesi ve  nihayetinde istisnasız  özel okula devam eden tüm öğrencilere   teşvik verilmesi doğru olacaktır. Unutulmamalıdır ki, özel okulda öğrenci okutan her veli zengin değildir. Birçok ebeveyn, çocuğunun eğitimini öncelediği/önemsediği için, şartlarını zorlayarak, diğer giderlerinden kısarak  zor şartlar altında çocuğunu özel okulda okutmaktadır. Özel okula gönderilen her bir öğrencinin, devletin eğitim yükünü hafiflettiği unutulmamalıdır.

OKULLARIMIZDA DEĞERLER EĞİTİMİ ÜZERİNE

 Milli Eğitim Bakanlığınca 2010 yılında yayınlanan bir genelgeyle okullarımız “Değerler Eğitimi” ile tanıştı. Milli ve manevi değerlerimizin giderek yok olduğu düşüncesinden hareketle hazırlanan genelgede amaçlar şöyle özetlenmişti: “Toplumsal hayatı oluşturan, insanları birbirine bağlayan, gelişmeyi, mutluluğu ve huzuru sağlayan, risk ve tehditlerden koruyan ahlaki, insani, sosyal, manevi değerlerimizin tüm bireylere kazandırılmasında en önemli etken eğitimdir. Bu kazanımlarımızın öğrencilerimize aktarılması da değerler eğitimini oluşturmaktadır.” (MEB, TTKB: 2010/53).

Uygulama sürecinde, il Milli Eğitim, ilçe Milli Eğitim  ve okullarda, Proje Yürütme Kurulları oluşturulması ve Bakanlığın uygulama yönergesine göre çalışmaların yürütülmesi planlanmıştı. O günden bu güne okullarımızda, değerler eğitimi panoları, haftanın değeri, ayın değeri konulu şiir, kompozisyon, hikaye yazma yarışmaları vb. yollarla değerlerin öğrencilere  belletilmesi etkinlikleri yapılmaya başlandı

En çok bilinen tanımına göre Eğitim;“ bireyde istendik yönde davranışlar oluşturma veya istendik olmayan davranışları istendik yönde değiştirme sürecidir. İstendik davranışlar 'toplum tarafından beklenen ve istenen davranışlar ' demektir. Eğitimin amaçlarını bu istendik davranışlar oluşturur.

Milli Eğitim Temel Kanununda  (1973/1739) Türk Milli Eğitiminin Genel amaçları;                 

    “Madde 2 - Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,                                                                             

    1. (Değişik: 16/6/1983 - 2842/1 md.) Atatürk inkılap ve ilkelerine ve  Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;

2. Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;                                                             

3. İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak;”

olarak belirlenmiştir.

Eğitimin bu tanımından ve Milli Eğitim Temel Kanunu ile belirlenen eğitimin genel amaçlarından da anlaşılacağı üzere  eğitim ile   değerler eğitimi hep iç içedir, eğitim olan her yerde yeni nesle  değerlerin  öğretilmesi ilk sırada yer alır. Ancak uygulama  her zaman teori ile paralellik arz etmediği için, yaklaşık yarım asır önce kanunla belirlenen  amaçların pek gerçekleşmediği Bakanlığımızca da görülmüş olmalı ki konu, yeniden yeni bir proje, yeni bir amaçmış gibi gündeme alındı.

2017-2018 öğretim yılından itibaren ders müfredatları yenilenmiş, yeni  programın “Derslerin İçeriği” kısmında tanıtılan “Değerler Eğitimi” hakkında şu değerlendirmede bulunulmuştur;

“Türk Millî Eğitim Sistemi’nin temel hedefleri arasında öğrencileri sağlıklı, mutlu bir şekilde hayata hazırlamak, iyi insan ve iyi vatandaş olmalarını sağlayacak bilgi, beceri, değer, tutum, davranış ve alışkanlıklarla donatmak yer almaktadır. Bu bağlamda değerlerin eğitim süreci içerisinde kazandırılması ve yeni nesillere aktarılması hedeflere ulaşmada ve kültürel devamlılık açısından da son derece önem taşımaktadır.”

Milli Eğitim Bakanlığınca  öğrencilere belletilmek üzere, Ahlaklı olmak,Dostluk  ve Arkadaşlık,İrade,Doğruluk,Saygı,İsraf ve tutumluluk,Sorumluluk,Selamlaşma,İyilik,Kibir ve Tevazu,Hayâ, Diğerkâmlık,Dedi- Kodu ve Gıybetten uzak durmak,Saygı,Edepli Olmak,Cömertlik,Şehitlik,Sabır,Adab-ı Muaşeret,Kanaat ve Şükür, Sabır,Tevekkül ve Mutluluk vb. daha bir çok değer  belirlenmiştir.

Programda öğretmenlere de “Değerler Eğitimi” konusunda uyarılarda bulunan Bakanlık, “Değerler, öğrencilere hissettirilerek kazandırılmaya çalışılmalı, değerleri kazandırma sürecinde öğretmenlerden etkili bir rol model olmaları beklenmelidir” sözlerine yer vermiştir. Bir konuda rol model olmak en başta o konuya inanmak ve bizzat uygulamakla olur. Değer olarak kabul edilen bazı kavramlardan yaklaşık bir milyon  öğretmenin aynı şeyi anlama-k istemediği-dığı kesin. Mesela, Edepli Olmak, Haya, Tevekkül, Kanaat, Şükür, Sabır vb. değerlerden her öğretmenin aynı şeyleri anladığı söylenebilir mi. Bir de “Değerler Eğitimi” kavramı ister istemez “Din” kavramını hatırlattığı için mesafeli duran öğretmenlerimizi de unutmamak lazım.

Görüldüğü gibi  “Değerler Eğitimi”nin teorik alt yapısı  oldukça iyi, Milli Eğitim Temel Kanunu, İlgili Genelge, Uygulama Yönergesi, yeni müfredata girmesi , il, ilçe Milli Eğitim, ve okullardaki “uygulama ekipleri” vs. projenin iyi planlanmış teorik alt yapılarını oluşturmaktadır.  Bir proje ne kadar güzel hazırlanırsa hazırlansın, onu uygulayacak bu işe inanan idealist uygulayıcısı olmaz ise hiçbir işe yaramaz. Okullarımızda bu değerleri öğrencilerimize benimsetebilmek için öncelikle ve  behemehâl bu projenin gerekliliğine  inanan  mesai mefhumu düşünmeyen, maddi beklentiler içerisinde olmayan  “dertli“, “adanmış” öğretmenler gereklidir. Klasik devlet memurluğu zihniyeti ile bunu başarmak oldukça zor.  Bakanlığımız da bunun farkında olmalı ki yıllardır farklı ortamlarda, farklı yöntemlerle konuyu tekrar tekrar gündemde tutmaya devam ediyor. Maalesef  mevcut devlet memurluğu anlayışı ve mevcut öğretmen profili ile bu uygulamadan sonuç alınması epeyce zor  görülmemektedir.

                                                                                                                                                        

TEOG’dan Sonra Ortaöğretimde Neler Yapılmalı?

 

Kısaca “Hangi tür liselere hangi vasıflara sahip öğrenciler devam etmeli? Nitelikli liselerde öğrenim görecek nitelikli öğrencileri nasıl belirleyeceğiz?” sorularına cevap aradığımız, Ortaokullardan liselere geçiş sisteminde yıllardır istikrar sağlayamadık. Son 15 yılda dört yöntem denendi; 2000’lerin başında  LGS, 2004 den itibaren OKS,  2008’den  sonra SBS  ve 2014-2015 öğretim yılından itibaren de TEOG.

 Cumhurbaşkanımızın talimatıyla 2017-2018 öğretim yılından itibaren Teog da kaldırıldı, böylece yıllardır yapıla gelen bir hatadan dönülmüş oldu. Zira Teog sistemiyle birlikte akademik eğitim kapasitesine bakılmaksızın (okuma-yazma öğrenmesi bile başarı olarak görülen kaynaştırma öğrencilerini bile)  ülke çapındaki tüm Ortaokul öğrencileri bir yarışın içerisine sokulmuştu.  Bu yarışın doğal sonucu olarak vasat öğrenciler dahi akademik liselere yönlendirildi, mesleki eğitim ve meslek liseleri geri plana itildi. Teog yarışına endekslenmiş Orta okullarımızda değerler eğitimi,sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif faaliyetler adeta durma noktasına gelmişti.  Liselere giriş için bir nevi 5 yıl önceki sisteme geri dönüldü. Fen liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri ve proje okullarında öğrenim görmek isteyenler Haziran ayında yapılacak merkezi sınava girecekler, diğer liselere ise sınavsız tercih sistemiyle yerleştirme yapılacak. Öncelikle belirtmek gerekir ki yapılan  değişiklik çok yerinde  ve faydalı olmuştur.  Ortaokul çağındaki çocukları sadece akademik başarıya endeksli bir yarışın içerisine sokmak, yapılması gereken diğer birçok faaliyetlerin ıskalanması manasına gelir ki bunların başında da değerler eğitimi, ve mesleki eğitim gelir. Söz konusu sistem değişikliğinden sonra şu hususlar da gözden geçirilir ve gereği yapılırsa nihai hedefe ulaşılabilir.

1.Acilen akademik ve mesleki eğitim ihtiyaç analizi yapılmalıdır.

2.Muhtemelen çıkacak sonuca göre ülke çapındaki tüm Orta öğretim kurumları, %70 mesleki eğitim, (her türlü meslek lisesi) % 30 akademik eğitim (Fen liseleri, Sosyal bilimler ve Anadolu Liseleri) verilecek şekilde  yeniden yapılandırılmalıdır.

3.Ortalama başarıya sahip öğrenciler yıllardır Anadolu Liselerinde okutuldu, liseyi zar-zor bitirebilenler, lise mezunu, istihdam alanı olmayan vasat yüksek okul veya fakültelere devam edenler de üniversite mezunu olarak “işsiz” kaldılar. Harcanan emek, zaman ve kaynaklar ziyan oldu, bu sistemden devletimiz de, öğrenciler de, veliler de zarar gördü. Bu durumdan ders çıkartılmalı, akademik başarısı vasat öğrenciler meslek liselerine yönlendirilmeli, akademik liselere alınmamalıdır.

4. Halen meslek liselerinin ilk iki sınıfında akademik liselerdeki, akademik dersler (Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji vs.) yer almakta, bu durum zaten akademik derslerindeki başarısı düşük olan meslek lisesi öğrencileri için sıkıntı oluşturmaktadır. Meslek liseleri, mümkün mertebe akademik derslerden arındırılmalı, ,mesleki dersler ve uygulamalı derslerin yanında insani değerler, adab-ı muaşeret ve beşeri ilişkilere ağırlık verilmelidir.

5. Eğitimin en temel amacının, kısaca“iyi insan, iyi vatandaş” yetiştirmek olduğu Milli Eğitim Temel Kanununda açıkça yazılıdır; ( Türk Milli Eğitiminin genel amacı,Türk Milletinin bütün fertlerini,………..; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmektir. “ 1739 sayılı-Milli Eğitim Temel Kanunu, madde 2”) Buna göre ortaokul sıralarında akademik başarı yarışı yaptırmak yerine, öğrencilerimize  değerler eğitimi verilmeli, yarının, düzgün, işini iyi yapan, vatanını, milletini seven, kendisi ve çevresiyle barışık, sorumluluk sahibi  ”Allah'tan korkan kuldan utanan “ hekimleri, avukatları, mühendisleri, şoförleri, ustaları, aşçıları, temizlik elemanları, servis elemanları vs. yetiştirilmelidir. Aksi takdirde insani değerlerden yoksun bir doktorun da avukatın da, bilgisayar mühendisinin de vs. bu millete bir faydasının olmayacağı malumdur. Temel insani değerlerden yoksun doktor hastasını kandırabilir, maddi kazanç için gereksiz tahlil, tedavi uygulayabilir, avukat müvekkilini ayrı, karşı tarafı ayrı ve aynı anda kandırıp sömürebilir, bilgisayar mühendisi ürettiği anti virüs programlarını satabilmek için bilgisayarlarımıza virüs gönderebilir. Bu değerleri veremediğimiz aşçımızın sağlıksız ve hijyen kurallara uyulmadan ürettiği yemeklerini yemek zorunda kalacağımızı unutmamalıyız.

Sonuç olarak,  en genel biçimde “bireylerde istendik davranışları geliştirme süreci” olarak tanımlanan eğitimin hedefi, ahlaklı, insani, manevi ve kültürel değerleri benimseyen, ailesini, vatanını, milletini seven, kendisine ve çevresine faydalı, dürüst, düzgün insanlar yetiştirmek olduğu hiçbir zaman unutulmamalı, bütün çalışmalar bunun üzerine kurgulanmalıdır. Akademik eğitim alacak% 30’luk bölümün dışındaki vasat öğrencilerin meslek lisesi yerine akademik liselere devam etmesi sonucunda Anadolu lisesi, istihdam alanı olmayan fakülte veya yüksek okul mezunu, çıraklık çağını kaçırmış mutsuz, umutsuz, işsiz gençlerimiz olacağı unutulmamalıdır.

DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSLARI KAPATILMALIDIR

 

Dershanelerin kapatılmasıyla oluşan açığı bertaraf etmek için hemen hemen tüm okullarımız mini birer dershaneye dönüştüler. Hemen her okulda, hemen hemen her dersten hafta içi/hafta sonu kurslar açılıyor. Okullar haftanın 7 günü açık, okulun ısınması, temizliği, personel gideri derken ciddi masraflar oluşuyor. Malum bu kurslardaki ücretler % 100 artırımlı ödeniyor, ülke bazında düşünüldüğünde ciddi bir gider oluşturduğu ortada. Öte yandan çocukları haftanın 7 günü okula bağlayarak onların okul dışındaki sanatsal, sportif ve sosyal faaliyetlere katılımları da engellenmiş oluyor.

               Gerekli mi?

               Kesinlikle hayır, okullarımızda haftalık ders programında zorunlu derslerin dışında seçmeli dersler de var, okullarda seçmeli dersler belirlenirken,  öğrencilerin yetersizliği hissedilen derslere öncelik verilerek bu ihtiyaç pekâlâ giderilebilir.

              Faydası var mı?

             Bir laf vardır “ Bozuk (duran) saat bile günde iki defa doğruyu gösterir” diye. Hiç faydası yok denemez, eğitim-öğretimden ziyade öğretmenlerimizin özlük haklarına daha faydalı olduğu söylenebilir.

Bu kurslarla akademik başarıyı artırdığımızı,ortalama net sayısını %10 yükselttiğimizi varsayalım, yani bir öğrenci bu kurslara devam ederek liselere giriş sınavında 90 net yaptığını düşünelim, bu kurslar olmasaydı bu öğrenci muhtemelen 80-85 arası net yapardı, yani kurslarla 5-10 kadar neti artmış olabilir. Peki, bunun faydası ne? Aynı öğrenci kurslar olmasa muhtemelen 80 netle gireceği X okuluna, kurslarla netini artırarak 90 netle aynı okula girmekte.  Pratikte pedagojik açıdan bunun faydasından bahsedilemez.  Ayrıca bu kurslar, öğrenci ve velilerde tüm öğrencilerin akademik eğitim almaları gerektiği öngörüsünü oluşturdu. Oysaki ülkemizde mesleki eğitimde epeyce açığımız var sanayide yeterli ara eleman bulunamıyor. Ülke genelinde lise çağındaki öğrencilerimizin % 60-70 kadarının mesleki eğitime yönlendirilmesi çok daha akılcı yaklaşım olacaktır.

Atılan taş ürkütülen kuşa değiyor mu?

Kesinlikle hayır,

1.Hafta içi ortaokullarda günde 7 liselerde 8-9 saat dersten sonra yapılan (öğrenci ve öğretmenin yorgun olduğu)  kursun pedagojik açıdan faydalı olması mümkün mü?

2.Akademik başarısı çok düşük ve akademik başarı beklentisi olmayan öğrencilerin zorla devam ettirilmeye çalışıldığı meslek liselerinde Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik vb. derslerden bile kurs açılmasından, öğretmenlerin özlük haklarının ( % 100 artırımlı ek ders ücreti) dışında nasıl bir fayda beklenebilir?

3.Bu kurslarla birlikte öğrenci ve velilerde yükselen akademik başarı yarışı, maalesef okullarımızdaki sportif, kültürel ve sanatsal faaliyetleri de olumsuz yönde etkilemiştir.

Öğrenciler İstekli mi?

Hayır. Birçok öğrenci öğretmenlerinin teşvik ve uyarısı ile kerhen kursa yazılıyor, ara sıra kursa uğruyor. Ücretsiz kursun kıymeti bilinmiyor, öğrencinin bedelini ödemediği ve faydasına inanmadığı kurstan fayda görmesi çok düşük ihtimal.

Öğretmenler İstekli mi?

Kurslardaki ücret % 100 artırımlı olduğundan kurslarda görev alan öğretmenler için ciddi bir ek gelir oluyor. Bundan dolayı öğretmenler her ne kadar faydasına pek inanmasalar da haklı olarak kurslarda görev almakta istekli görülüyorlar. Öğretmenlerimiz bana kızacaklar ama, öyle öğretmenlerimiz var ki kurslarda daha fazla ders alabilsin diye, haftalık ders programında asgari maaş karşılığından fazla ders almamaya çalışıyor, bazı öğretmenlerimiz de ders saatinde rahatsızlanıp derslerine girmeyerek tedavi olmaya gidiyor, ama ders sonundaki kursuna mutlaka yetişiyor. Kurslarına devam eden öğrencilerini yüksek performans notuyla motive eden, kurs öğrencilerine özel gezi ve piknik etkinliği düzenleyen öğretmenlerimiz bile mevcut.

NELER YAPILABİLİR?

Destekleme ve Yetiştirme Kursları kapatılmalıdır. Her türdeki okullarımızda haftalık ders saatleri azaltılmalı, okullarda dersler azami saat;14.00 ‘lerde bitirilmelidir. Çocuklarımıza, Belediyelerimizin ya da akredite edilmiş Sivil Toplum Örgütlerinin gerçekleştireceği sanatsal, kültürel, sportif vb. etkinliklerine katılabilecekleri zaman bırakılmalıdır. Böylece her öğrenci kendi istidatı, kapasitesi ve temayülüne göre sanatsal, kültürel ya da akademik etkinliklere katılarak gelişimini sürdürmelidir. Mesleki eğitime devam eden bazı öğrenciler de ailesinin bilgisi ve onayı ile bu tür etkinlikler dışında ailesinin ya da bir tanıdığın iş yerinde pratik yapabilir.

Dershanelerin kapatılma sürecinde, o günün psikolojik ortamına uygun olarak okullarımızda “Destekleme ve Yetiştirme Kursları” açılması planlandı ve birkaç yıldır uygulanıyor. Dershaneler, birçok konuda eleştirilse de,  kurs ve sınavlara hazırlama konusunda okullara göre daha profesyonel ve daha verimli oldukları açıktır. Dershaneye bir bedel ödeyerek devam edilmesi nedeniyle oradan azami faydalanma çabasının da bunda rolü olduğu kesindir. Dershanelerin kapatılma gerekçeleri tamamen ortadan kalktıysa tekrar açılmalarına müsaade edilebilir. Böylece akademik eğitim alma idealindeki öğrencilere devletimizin kasasından bir kuruş harcanmadan daha verimli kurs hizmeti verilmiş olur.

Destekleme ve Yetiştirme Kurslarının behemehâl devam etmesinde fayda görülüyor ise;

1.Her okulda ve hafta içi asla kurs açılmamalıdır. Bu hem çok masraflı hem kontrolü ve denetimi çok zor, hem de öğrenci okuldaki aynı arkadaşlarıyla ve aynı öğretmenleriyle alacağı kursun pedagojik açıdan çok verimli olmayacaktır.

2.Her ilçede ortaokul ve liseler için iki kurs merkezi belirlenmeli,  tüm ilçenin öğrencileri buralarda profesyonel bir yönetim anlayışı ile hafta sonları kurslara alınmalı, öğrenciler diğer okullardaki rakiplerini ve seviyelerini görerek kendisine yön vermelidir. Yine öğrenci yıl boyu okulunda beraber olduğu öğretmenin dışında farklı öğretmenlerin de anlatımlarından faydalanmış olur.

PANSİYONLU (YATILI) OKUL UYGULAMASI TEKRAR GÖZDEN GEÇİRİLMELİDİR

 

Pansiyonlu (yatılı) okul, bilindiği üzere öğrencilerin dersten sonra da okulda (pansiyonda ) kaldıkları, beslenme ve barınma (iaşe ve ıbate)  ihtiyaçları ile  güvenlikleri   okulda sağlanan, diğer deyişle, 24 saat devletin denetim ve gözetiminde eğitimlerini sürdürdükleri, eskilerin “meccanen leyli/meccani leyli” dedikleri okullardır.  Her ne kadar çocuğun eğitimden sonra akşamları okuldan evine, ailesinin yanına dönmesi ve geceyi ailesiyle birlikte geçirmesi ideal olanı olsa da,  özellikle ulaşım ve toplu taşıma imkânlarının kısıtlı olduğu dönemlerde, özellikle de Cumhuriyetimizin ilk dönemlerinde öğrenciyle okulu buluşturma adına bir çözüm olarak düşünülmüş ve uygulanmıştır. Oysa günümüzde ülkemizdeki yollar ve ulaşım araçları oldukça gelişmiş, bir şehirden diğer şehre günübirlik gidip-gelişler dahi mümkün hale gelmiştir.

Ülkemizde,  Milli Eğitim Bakanlığına bağlı birçok resmi yatılı okulumuz bulunmaktadır. 24 saat öğrencilerin sorumluluğunu devletin üstlenmesi gerçekten çok zor bir iştir. Zira hastalıklar, kazalar, kavgalar hiç eksik olmaz pansiyonlarda. Devlet tarafından pansiyonlardaki sağlık hizmetleri için sağlık personeli öngörülmüş olsa da her pansiyona sağlık personeli istihdamı hemen imkânsız gibidir. Genelde görevlendirilen hemşireler basit pansumanlar dışında öğrencileri sağlık kurumlarına yönlendirmenin dışında pek bir işe yaramamaktadır. Yine pansiyonlarda 24 saat güvenliği sağlayacak güvenlik görevlileri de gerekli olmasına rağmen çoğun pansiyonda bulunmamaktadır. Pansiyonların yönetimi de ayrı bir sorundur, sık sık yapılan ihaleler ve mali konular ayrı uzmanlık alanıdır. Birçok pansiyonda ihaleleri mevzuata uygun yapılamadığı için soruşturmalar açılmakta, hatta adliyelerde devam eden davalar bulunmaktadır.

20-30 yıl öncesine göre ülkemizde hemen her alanda hatırı sayılır gelişmeler sağlanmıştır ki bunların başında ulaşım gelir. Özellikle büyük kentlerimizde günübirlik ulaşım sağlanamayan en küçük birim dahi kalmamış, Belediyelerimizin toplu taşıma araçları en ücra köylere kadar ulaşımı sağlamaktadırlar. Yine eski dönemlere göre servis firmaları büyüyüp gelişmiş, 80-100 km. mesafelere kadar öğrenci taşımacılığı yapan servis firmalarımız bulunmaktadır. Pansiyonlu okulların, özellikle ulaşım imkânlarının kısıtlı olduğu yer ve dönemlerde ihtiyaca binaen ortaya çıktığı düşünülürse, günümüzdeki bu gelişmeler pansiyonlu okulların varlık sebebini de büyük ölçüde ortadan kaldırdığı söylenebilir.

NELER YAPILABİLİR

1.Okullar çocukların bilişsel, sosyal ve kişisel gelişimlerinden sorumlu olan kurumlardır. Öğrencilerin okul yaşantıları onların sadece akademik başarıları üzerinde değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve duygusal gelişimleri üzerinde de etkilidir. Sağlıklı bir gelecek için sağlıklı bir nesil yetiştirmeliyiz. Okul çağı  çocuğunun ailesiyle birlikte oturmasının daha  sağlıklı olduğunu  söyleyen bilimsel verilere uymalıyız..“Çocuğun yeri ailesinin yanıdır” Sağlıklı olan, öğrencinin ailesinin yanında kalarak, , ana-babasının ilgi ve sevgisinden yoksun kalmadan, sevgi ve şefkat eksikliği hissetmeden ailesinin desteğiyle  okula gidip gelmesidir.

2..Pansiyonlu okullar tekrar gözden geçirilmeli, pansiyon ihtiyaç analizleri yapılmalı ihtiyaç duyulmayan pansiyonlar kapatılmalıdır.

3..Özellikle ulaşım imkanları iyi olan bölgelerdeki pansiyonlar kapatılmalıdır.

4.Öğrencisi az olan pansiyonlar aynı türdeki diğer okullarla birleştirilebilir. Yani iki ayrı ilçede 25-30 kadar yatılı öğrencisi bulunan aynı türdeki iki okulun birisin pansiyonu kapatılarak, yatılı öğrencileri diğer okula aktarılabilir.             

5.Küçük il ve ilçelerde müstakil pansiyonlar oluşturulmalı, her okulun pansiyonu yerine ilçenin, ilin pansiyonu olmalı, farklı okullardaki yatılı öğrenciler, ders bitiminde müstakil pansiyona gelmelidir. Bunun birçok faydası olacaktır;

a)3-5 ayrı pansiyonlu okulda şartları iyileştirmek, temizlik, güvenlik, ısıtma vb. şartları sağlamak ve sağlık personeli bulundurmak zor olabilir ama küçük illerde ve  ilçelerdeki tek pansiyonda bunlar sağlanabilir.

b)Tek pansiyon uygulaması,  öncelikle pansiyon şartlarını iyileştirecektir,  profesyonel yönetim sayesinde hataları en aza indirecek, ekonomik açıdan, personel, yönetim, temizlik ısıtma, soğutma, beslenme, güvenlik, pansiyon yöneticisi, belletmen vb. hizmetlerde büyük tasarruf sağlanmış olacaktır.

c)Kısaca tek ve toplu pansiyon uygulaması ile hem kalite artar, hem de büyük bir tasarruf sağlanmış olur.

6.Şehirlerdeki arsaları çok kıymetli merkezi konumdaki okullar satılabilir ve buradan elde edilecek gelirle ülke genelinde yeni okullar yapılabilir. Öyle merkezi okullar vardır ki, buradan elde edilecek gelirle o okulun 40-50 katı büyüklüğünde okullar yapılabilir. Yani, mesela 30 derslikli merkezi yerdeki bir okulun satışıyla elde edilecek kaynakla, şehrin dışında, pedagojik açıdan daha elverişli sessiz, sakin bir ortamda 300 -400 derslikli okullar yapılabilir. Dolayısıyla okul çeşitleri ülke sathına yayıldıkça pansiyon ihtiyacı da azalacaktır.

 

Öğretmenlerin Öğretim Yılı Başında ve Sonunda Yaptıkları Mesleki Çalışmalar Üzerine Bazı Düşünceler

 Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim ve Orta öğretim kurumları yönetmelikleri gereği “ ilköğretim ve Ortaöğretim kurumlarında görevli yönetici ve öğretmenler, derslerin kesimi tarihinden temmuz ayının ilk iş gününe, eylül ayının ilk iş gününden derslerin başlangıç tarihine kadar geçen sürelerde mesleki çalışma yaparlar.( Meb. Okul Öncesi ve İlköğretim kurumları Yönetmeliği. madde:38, Meb Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği, madde;87) Söz konusu çalışmalara katılan öğretmenlere Bakanlıkça günlük üçer saat ek ders ücreti ödenmektedir.

Meb. Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme  Genel Müdürlüğünün 2018 –Haziran dönemi Mesleki çalışma programına göre mesleki çalışmaların amacı;

“İlköğretim ve ortaöğretim kurumlarında görevli yönetici ve öğretmenlerin genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon alanlarında bilgi ve görgülerini artırmak yeni beceriler kazandırmak, eğitim ve öğretimde karşılaşılan problemlere çözüm yolları bulmak, öğrencinin ve çevrenin ihtiyaçlarına göre plan ve programları hazırlamak ve uygulamak” olarak belirlenmiştir. 

Yine ilgili programda;

“1. Öğretim Programı ve Kazanımlar 2. Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterlikleri 3. Öğretim Yöntem ve Teknikleri 4. Öğretim Materyalleri 5. Sosyal Kültürel Etkinlikler 6. Değerler Eğitimi 7. Sınıf Yönetimi ve Akademik Başarı 8. Ölçme ve Değerlendirme 9. Mesleki Gelişim” konularında müzakereler yapılacağı belirlenmiştir.

Bakanlığımızın ilgili programında; Çerçeve programı gözeterek yerel ihtiyaçlara göre aşağıdaki başlıklar ve benzeri konularda il/ilçe bazında mesleki çalışma faaliyetinde bulunulabileceği de belirtilmiştir.

“1. Liselerde özel eğitim uygulamaları (Özel eğitim sınıfları, evde eğitim, destek eğitim odası)

2. Teknoloji ve Madde bağımlılığı

3. Kariyer rehberliği (meslek seçimi, sınav sistemi vb.)

4. Ergenlerde sınıf yönetimi ve disiplin

5. Ergenlerle iletişim

6. Öğrencilerin sosyal ve kültürel etkinliklere yönlendirilmesinin ders başarısına etkisi

7. Sınav kaygısı

8. Okullardaki spor faaliyetlerinin öğrencilere benimsetilmesi ve branşlaştırma

9. Okulda ilk yardım

10. Öğrencilere çevre bilinci kazandırma

11. Etkin sınıf yönetimi etkin okul yönetimi

12. Değişen okul rolleri (Okulların halka açılması, hayat boyu öğrenme)

13. Liderlik ve örgüt kültürü

14. Orta öğretim okullarında kriz yönetimi

15. Şiddetin nedenleri ve şiddete karşı alınabilecek önlemler

16. Eğitimde zaman yönetimi ve akademik başarı

17. Okul çevre güvenliği

18. İş sağlığı ve iş güvenliği konuları

19. Değerler Eğitimi

20. Kaynaştırma Eğitimi

21. Bireyselleştirilmiş eğitim programları

22. Kapsayıcı eğitim

23. İşletmelerde mesleki eğitim, staj veya yoğunlaştırılmış eğitim uygulamaları

24. Öğrenci Devamsızlığının Azaltılması için alınacak tedbirler

25. Güncellenen Öğretim Programları

26. Çocuğa yönelik ihmal ve istismarın önlenmesi

27. Afet Farkındalık Eğitimi

Ayrıca ekteki örnek kitap ve film listesindeki eserler, eğitimler boyunca okul idaresinin uygun

bulduğu saatlerde öğretmenlerin kişisel ve mesleki gelişimlerine katkısı açısından eleştirel gözle tartışılacaktır.”

 Bakanlığımızca teorik altyapısı iyi hazırlanmış, amaç ve hedefleri iyi belirlenmiş bir etkinliktir “mesleki çalışmalar”. Mesleki çalışma döneminde; yıl içinde çalışma yoğunluğundan bir türlü konuşulup müzakere edilemeyen muhtelif eğitim sorunlarının irdelenmesi, eğitim içerikli kitapların okunması, filmlerin izlenmesi vb. birçok faydalı olacağı şüphesiz faaliyetlerin öğretmenler tarafından yapılması öngörülmüştür Bakanlığımızca.

Eskiden, henüz okullarımızda bilgisayar bulunmadığı dönemlerde seminer dönemleri daha verimli ve daha işlevsel geçerdi. Zira yıl sonu seminer dönemlerinde, öğretmenler arasında iş bölümü yapılarak, Sınıf Geçme Defterleri, Diploma defterleri, elle günlerce ikişer nüsha halinde yazılır, Öğrenci Kütük Defteri, Öğrenci şahsi dosyalarındaki bilgiler teker teker güncellenir, Diplomalar özenilerek güzel yazılarla hazırlanırdı. Sene başı seminer döneminin en önemli faaliyetini de, elle yapılan yıllık planlar ve zümre toplantıları oluştururdu.

Günümüzde ise okul idarelerindeki her türlü belge ve defterler öğretmen ve idarecilerin elle müdahalesi/emeği olmaksızın bilgisayar ortamında hazırlanmaktadır. Dolayısıyla günümüzde öğretmenlerin idari işlemlere katkısı pek bulunmamaktadır. Her sene hemen aynı içerikteki    seminer konularının da verimli bir şekilde irdelendiği pek söylenemez Eğitim yılının sona ermesi nedeniyle öğretmenlerde haklı olarak bir gevşeme bir rahatlama, tatil moduna girme durumu oluşur. Birçoğunun uzmanlık gerektiren seminer konularının öğretmenlerce görüşülüp müzakere edilmesinden fayda pek beklenmez, sadece formaliteler yerine getirilmiş olur.

Neler Yapılabilir?

Seminer dönemlerinin beklenilen verimlilikte geçmediği hemen herkesçe malumdur. Seminer döneminde görüşülmesi, müzakere edilmesi beklenen konuların bir çoğu (Teknoloji ve Madde bağımlılığı, Okulda ilk yardım, Liderlik ve örgüt kültürü, Şiddetin nedenleri ve şiddete karşı alınabilecek önlemler, Okul çevre güvenliği, İş sağlığı ve iş güvenliği konuları,Çocuğa yönelik ihmal ve istismarın önlenmesi, Afet Farkındalık Eğitimi vb.gibi) okullarda öğretmenlerin kendi başlarına tartışacakları konular değil, bilakis uzmanlık gerektiren hususlardır. Genelde sene başı ve sene sonunda ikişer hafta kadar olan seminer süreleri kısaltılmalı, 2-3 güne indirilmelidir. Bu günlerde de ilçe merkezlerinde tüm öğretmenlerin topluca, okul öncesi, ilkokul, Ortaokul ve liselerde görev yapan öğretmenler ayrı ayrı gruplandırılarak farklı konularda konunun uzmanları tarafından verilecek seminerlere alınmaları çok daha faydalı olacaktır. Sürenin kısaltılması, öğretmenlerin motivasyonlarını artırarak seminerlere istekli katılmalarını sağlayacak, hem de uzmanlarca verilecek seminerlerden öğretmenlerimiz hakkıyla faydalanacaktır. Seminer döneminin kısaltılmasıyla, seminer süresince her öğretmene ödenen ek ders ücretinden de tasarruf sağlanmış olacaktır

Diğer Kurumlarda “Öğretmen”, Diyanette “Öğretici”

 

1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanununa göre; Öğretmenlik; Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisasmesleğidir. Öğretmenler bu görevlerini Türk Milli Eğitiminin amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak ifa etmekleyükümlüdürler.Öğretmenlik mesleğine hazırlık genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik biçimlenme ile sağlanır. Yukarıda belirtilen nitelikleri kazanabilmeleri için, hangi öğretim kademesinde olursa olsun, öğretmen adaylarınınyükseköğrenim görmelerinin sağlanması esastır. Bu öğrenim lisans öncesi, lisans ve lisansüstü seviyelerde yatay ve dikeygeçişlere de imkân verecek biçimde düzenlenir.(1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu Madde 43)

Milli Eğitim Temel Kanunumuzdaki bu tanıma baktığımızda bir ihtisas mesleği olan Öğretmenliğin olmazsa olmaz üç unsuru, genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyondur. Bu niteliklere sahip meslek erbapları mezkûr kanunumuza göre “Öğretmen’dir.  Eğitim işi ile ilgilenen tüm kamu kurumları bu yasal tanımlamayı esas alarak kurumlarında eğitim, öğretim işlerini yürüten personeline doğal olarak “öğretmen” unvanını vermişlerdir. Günümüzde bir kısmı kapanmış olsa da (Maliye Bakanlığı-Maliye Meslek Lisesi, Sağlık Bakanlığı, Sağlık Meslek Lisesi, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, Tapu Kadastro Meslek lisesi, TarımBakanlığı, Veteriner Meslek lisesi, Aile ve sosyal politikalar bakanlığı, MSB, Askeriliseleri, Diyanet İşleri Başkanlığı vs.) farklı kuruluşlarda eskiden beri öğretmen istihdamı yapıla gelmiştir. Bu kadar kurumun hepsinde eğitim, öğretim işini yürüten bu görevlilere “öğretmen” denirken,  Diyanet İşleri Başkanlığımız her ne hikmetse bünyesindeki 25 bin kadar öğretmenine “Öğretici” demiştir

Gazeteci Serdar ARSEVEN “Herkese var da Kur’an öğretene yok!” isimli makalesinde bu durumu şöyle ifade ediyor;
“Felsefe öğretmeniysen her türlü imkândan fay dalabilirsin de, anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Kuran kurslarında Kuran öğretiyorsan bu türden ayrımcılıklara muhatap olursun.
Aslında öğretmenden  saymazlar seni...Garip bir laf:Kuran Kursu öğreticisi!..?    Yani...
Bizim mahallenin yoğurtçusu gibi bir şey!..Kuran Kursu Öğreticilerine Kısaca KKÖ  diyorlar...
Ka-Ka-Ö!..”:(Serdar ARSEVEN,Yeni Akit,14.08.2011)

Evet, Diyanet İşleri Başkanlığımızın Kuran Kursu Öğretmenlerine bulduğu mucizevi unvan KKÖ.Yıllardır sendikalar, sivil toplum örgütleri, ilgili meslek ve medya kuruluşlarınca gündemde tutulmasına ve birçok kez Bakanlık düzeyinde sorunun çözüleceği sözü verilmiş olmasına rağmen, hala bir arpa boyu yol alınamamıştır.
Diyanetten sorumlu Başbakan yardımcımız Bekir BOZDAĞ’ın;
“Kur'an Kursu Öğreticilerini kesinlikle Öğretmen yapacağız, bu konuda talimat verildi. Kur'an Kursu Öğreticilerinin öğretmen statüsüne kavuşturulması için Diyanet'in masasında bir çalışma yürütülüyor.” açıklamasının üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen bu güne kadar atılmış bir adım maalesef yok.(https://www.yeniakit.com.tr/haber/kuran-kursu-ogreticileri-de-ogretmen-olabilecek-7508.html,http://www.haber7.com/egitim/haber/1098292-kuran-kursu-ogreticilerine-ogretmenlik-yolu)

 Ne zaman bu konu gündeme gelse bazı çevreler bilgiç bilgiç saydırmaya başlarlar; “Öğretmenlik için lisans mezuniyeti, pedagojik formasyon vs. gerekir,” Kuran Kursu Öğreticilerinin bir kısmı hala lise mezunu olduğuna göre bunlar nasıl öğretmen olacak” itirazları gelir.
Diyanet Kuran Kurslarında halen az sayıda da olsa İmam-Hatip Lisesi mezunu personel olduğu doğrudur. Ancak bunun yanında, İlahiyat Fakültesi mezunu, İlahiyat Dkab öğretmenliği mezunu, pedagojik formasyonsahibi, hatta Yüksek lisans ve Doktoralı da bir çok “öğretici”nin olduğu unutulmamalıdır. Gaye üzüm yemek ise çözüm basittir; Öğretmenlik için asgari “Lisans ve pedagojik formasyon sahibi olmak” şartı getirilir, öncelikle şartları tutanlar “Öğretmen” olur, diğer personelden de zamanla eksikliklerini (lisans ve  pedagojik formasyon) tamamlayanlar peyderpey bu unvanı alır.

Maalesef Diyanet Kuran Kursu Öğreticileri (KKÖ) de kendi sorunlarına pek sahip çıkmamakta, yeterli gayreti göstermemektedirler, hatta bazı öğreticiler “ne gerek var “öğretici”  ya da “öğretmen” denilse ne değişecek, biz aynı işi yapmayacak mıyız? Dünyalık ünvan çok mu önemli? gibilerden serzenişlerle kayıtsızlığına ve bilgisizliğine  kılıf arayanlar mevcut. Burada mesele kişisel, basit bir unvan meselesi değil, Aynı eğitimi (lisans+ pedagojik formasyon) ve aynı işi (Eğitim-öğretim) yapan kamu görevlilerine devletimizin tüm kurumlarında “Öğretmen”  denirken, Diyanette adeta üvey evlat muamelesi uygulanarak hiçbir mantıki ve resmi dayanağı olmaksızın “öğretici” denmesine haklı itirazdır. Aynı fakülteden (İlahiyat ) mezun ve aynı  (eğitim- öğretim) işi iki farklı devlet kurumunda  (Meb-Diyanet) ifa eden iki kişiden birisine“Öğretmen” denirken, diğerine “sen öğretmen değilsin” demek ne kadar komik ne kadar müstehzidir.

Cumhuriyet tarihinde ülkemizde maalesef yanlış laiklik anlayışının da etkisiyle, uzun yıllar din, din eğitimi, dini görevler, din görevlileri, din kurumları arka plana itilmiş, ötelenmiş, zaman zaman yok sayılmışlardır. O dönemlerde bu sorunlar konuşulamazdı, konuşulsa da sonuç alınması imkânsızdı. Günümüzde demokrasimiz gelişti,  özgürlüklerimiz arttı. Bu tür sıkıntıları aştık, idarecilerimiz işin bilincindeler. Öyleyse “ şimdi değilse ne zaman?” sorusunun tam da zamanı. Başta işin mağdur tarafı olan Kuran Kursu Öğreticilerimiz,  Bimer, Cimer, müracaatları, yörelerinin yerel siyasetçileri ve Milletvekilleriyle sıkıntılarını paylaşmaları ve  sendikalarını sık sık uyarmak suretiyle,  Diyanet İşleri Başkanlığımız, ilgili sendikalarımız, meslek kuruluşları ve ilgili medyamız olmak üzere sıkıntılar çözüme kavuşuncaya kadar gündemde tutulmaya devam edilmelidir. Bunlar yapıldığı takdirde önümüzdeki süreçte bu haksızlığın devletimizce düzeltileceğinden şüphemiz bulunmamaktadır.

 

Milli Eğitimde Çözüm Bekleyen Başlıca Sorunlar

 

Milli Eğitim Bakanlığı, 18 milyondan fazla  öğrenci, bir milyonu aşkın personeli ile ülkemizin en büyük bakanlığıdır. Hemen her ailenin  öğrenci çocuğu vardır, dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığında olup bitenler  81 milyon Türk milletini ilgilendirir. Bu kadar devasa Bakanlığın yönetimi haliyle zordur.. Bürokratik oligarşinin kaldırılacağı, iş ve işlemlerin daha hızlı yürüyeceği Yeni Başkanlık Sistemimizde acilen çözüm bekleyen başlıca sorunların çözüme kavuşacağı kanaatindeyim.

 Başlıca Sorunlarımız;

1.Bu sene ilk kez uygulanan “Liselere Giriş Sistemi” uygulanabilir ve doğru bir sistemdir. Ortaöğretime başlayacak öğrencilerin % 10 kadarının “Nitelikli Okullara” yönlendirilmesi yerindedir.  Ancak Yerel yerleştirme sisteminde yer alan “Anadolu Liseleri” nin alacağı öğrenci mevcutları zamanla azaltılmalı, sınavla öğrenci alan “Nitelikli Okullar” ile yerel yerleştirmedeki Anadolu liselerinin alacağı öğrenci sayısı toplam öğrencinin %35-40’ı geçmemelidir.  Diğer bir deyişle, ortaöğretim sistemimiz; %35-40 Akademik Eğitim, %60-65  Mesleki Eğitim olacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.

(http://www.kamubiz.com/teogdan-sonra-ortaogretimde-neler-yapilmali-makale,476.html)

2.2014-2015 öğretim yılından itibaren  uygulanmaya başlayan,özel okullarda okuyan öğrencilerin bir kısmına verilen devlet desteği yerinde bir uygulamadır. Özel okulda okuyan her öğrencinin devletin yükünü hafiflettiği unutulmamalı, özel okulda okuyan tüm öğrenciler bu teşvikten yararlandırılmalıdır. (http://www.kamubiz.com/ozel-okullara-devlet-destegi-uzerine-bazi-dusunceler-makale,460.html)

3.Son yıllarda özellikle meslek liselerindeki medyaya yansıyan bazı  görüntüler, öğretmenlerin sınıf disiplinini sağlamada yetersiz kaldığına ilişkin olaylar çok yönlü incelenmeli, örgün eğitimden beklentisi olmayan  öğrenciler, açık öğretim ve çıraklık eğitim merkezlerine yönlendirilerek eğitimde laçkalığa fırsat verilmemelidir.

4.Zaman zaman  bazı kendini bilmez velilerce öğretmenlere uygulanan şiddet olaylarının mutlaka önüne geçilmelidir.

5.İlk atamada uygulanan sözleşmeli öğretmen ataması uygulanırken aile bütünlüğünün korunmasının imkanları araştırılmalıdır. Zira eşi ve çocukları  yüzlerce km. uzaklıkta başka illerde bulunan öğretmenden yeterli verim alınması pek mümkün değildir.

6.Öğretmenlerin sene başı ve sene sonlarında yaptıkları “mesleki çalışmalar bu haliyle tamamen formaliteden  ibarettir, mesleki çalışmalar ya kaldırılmalı ya da  alanında uzman kişilerce her günün dolu dolu geçeceği işlevsel bir hale getirilmelidir. (http://www.kamubiz.com/ogretmenlerin-ogretim-yili-basinda-ve-sonunda-yaptiklari-mesleki-calismalar-uzerine-bazi-dusunceler-makale,618.html)

7.Aynı okulda 20-25 yıl görev yapan öğretmenler var, zaman zaman gündeme gelen ama bir türlü uygulamaya geçirilemeyen il içi  öğretmen rotasyonları yapılmalıdır.

8. Kent merkezlerinde arsaları çok kıymetli merkezi konumdaki okullarımız satılmalı, buradan elde edilecek gelirle İl ve ilçelerdeki uygun yerlerde  “Eğitim Kampusları” oluşturulmalıdır.Bu yapılabilirse  derslik sayıları çoğalacak, Bakanlığın hedefleri arasındaki normal eğitime geçişin önündeki en büyük engel kalkmış olacaktır.

(http://www.kamubiz.com/normal-egitime-gecis-uzerine-bazi-dusunceler-makale,446.html)

9.Birçok sorunun yaşandığı Pansiyonlu okullar tekrar gözden geçirilmeli, pansiyon ihtiyaç analizleri yapılmalı ihtiyaç duyulmayan pansiyonlar kapatılmalıdır. (http://www.kamubiz.com/pansiyonlu-yatili-okul-uygulamasi-tekrar-gozden-gecirilmelidir-makale,492.html)

10. Destekleme ve Yetiştirme Kursları kapatılmalı ya da  yeni düzenlemeye gidilerek her ilçede ortaokul ve liseler için iki kurs merkezi belirlenmeli, tüm ilçenin öğrencileri buralarda profesyonel bir yönetim anlayışı ile hafta sonları kurslara alınmalı, öğrenciler diğer okullardaki rakiplerini ve seviyelerini görerek kendisine yön vermelidir. Yine öğrenci yıl boyu okulunda beraber olduğu öğretmenin dışında farklı öğretmenlerin de anlatımlarından faydalanmış olur.(http://www.kamubiz.com/destekleme-ve-yetistirme-kurslari-kapatilmalidir-makale,480.html)

11.Eğitimde en başarısız olduğumuz alanlardan biri de “değerler eğitimi” dir.

 Milli Eğitim Temel Kanunu ile belirlenen eğitimin genel amaçlarından da anlaşılacağı üzere eğitim ile değerler eğitimi hep iç içedir, eğitim olan her yerde yeni nesle değerlerin öğretilmesi ilk sırada yer alır. Ancak uygulama her zaman teori ile paralellik arz etmediği için, yaklaşık yarım asır önce kanunla belirlenen amaçların pek gerçekleşmediği ortadadır.Konu acilen değerlendirilip gerekli önlemler alınmalıdır. (http://www.kamubiz.com/okullarimizda-degerler-egitimi-uzerine-makale,465.html)

12.Son yıllarda  yeteri kadar kadrolu hizmetlisi bulunmayan okullarımızın temizliği “Toplum  Yararına Çalışma” programı çerçevesinde İş kur tarafından temin edilen personellerce yapılmaktadır. Ancak söz konusu personelin iş tanımlarında “Kalorifer Yakma” bulunmadığından  bir çok okulda sorunlar yaşanmaktadır. Okullarımızda ayrıca kalorifer yakma görevlisi bulunmadığına göre, İş kurla yapılan sözleşme gözden geçirilmeli, ilgili personelinin  iş tanımlarında, okullarımızın temizliği yanında kalorifer yakma görevi de resmi olarak belirlenmelidir.