Güneş batmak üzereydi. Güneşin etkisini
yitirmesiyle sonbaharın serinliği iyice kendisini hissettirmeye başlamıştı. Yerleri ıslatmış sağanak yağmur hala birer
ikişer atıştırıyordu. Sabahtan beri ne bir lokma geçmişti boğazından ne de bir
lahza dinlenebilmişti. Dolmuşa verecek parası da olmadığından saatlerdir
yürüyordu . Eskimiş ayakkabıları su almış, parmak uçları delinmiş çorapları ve ayakları ıslanmıştı. Üzerine giydiği eskiciden
aldığı montu, onu soğuktan korumaya
yetmiyordu. Ama o bunlara alışıktı ve aldırmadan yoluna devam ediyordu. Zira bu gün eşine ve küçük kızına güzel bir haberle
dönmek istiyordu.
Cebindeki buruşmuş ve ıslanmış gazete
parçasını yırtılmasın diye özenle çıkardı
ve adresi bir kez daha kontrol etti. Evet adres doğruydu. İş hanının kapısından içeriye girdi ve ağır
ağır merdivenleri tırmanmaya başladı güzel hayallere dalarak. Nihayet beşinci
katta, aradığı kapının önündeydi. Yorgun ve bitkin görülüyordu. Çok
heyecanlıydı. Kalp atışlarının normale dönmesi için bir müddet bekledi ve sessizce
bir şeyler mırıldanarak ellerini yüzüne götürdü. Şimdi biraz daha iyiydi. Cebindeki
küçük aynasını çıkartarak üstünü başını kontrol ettikten sonra kapıyı çaldı ve
içeriye girdi. Masasındaki
bilgisayarında çalışmakta olan adam, Ali'nin yüzüne bakmadan,
-“Buyur otur iki dakika “ dedi.
Ali gösterilen yere oturdu ve adamın işini
bitirmesini beklemeye başladı. Oda sıcacıktı, zira duvardaki klima sıcak hava üflüyordu. Gözü,
odanın duvarında asılı duran tablolara takıldı Ali'nin. Hemen hemen hiç boş yer
kalmamış, her tarafı tablo ve resimlerle süslenmişti duvarın. Adamın tam
arkasında asılı duran fotoğraf dikkatini çekti birden Ali'nin. Tanıdık bir sima
idi sanki. Kıyafeti hiç de yabancı değildi Ali’ye. Alilerin memleketindeki kadınların yöresel
giysileriydi bunlar. Bu arada masadaki adam işini bitirerek Ali’ye döndü,
Ali ile göz göze geldiler.
Ali,
-“Aman Allah'ım olamaz” diye mırıldandı içinden,çok şaşırmıştı. Tekrar duvardaki resme baktı bir de masadaki isimliğe, evet şimdi her
şeyi daha iyi anlıyordu: Masada oturan
kişi Ali'nin ilkokuldaki sınıf arkadaşı Ahmet’ten başkası değildi. Yıllar önce
en samimi arkadaştılar, nasıl tanımazdı Ali Ahmet’i? Biraz kilo almış, saçları seyrekleşmiş ve gözlük takmıştı. Duvardaki
resim de annesi Kezban Teyzenin resmiydi.
Ali, o eski günlerin hayaline daldı farkında olmadan. İlkokul günlerini
hatırladı. Sivas’ın bir köyünde okumuştu
ilkokulu. Babası memurdu. Öğrencilerin çoğuna göre kıyafetleri daha düzgün, oyuncakları daha
çoktu. Topu ve bisikleti bile olmuştu. Diğer çocuklar Ali ile arkadaşlık yapmak
için yarış yaparlardı. Ahmet ise sınıfın en fakir
öğrencisi idi. Babası o doğmadan önce ölmüştü. Annesi Ahmet’i büyütüp okutabilmek için temizlik
işlerinden ırgatlığa kadar yapmadık iş bırakmamıştı. Her bayram yeni elbise
alamazdı Ahmet’e ama mevcutları bir tamir ederdi ki yenisinden daha güzel
olurdu. Oğluna babasının yokluğunu
hissettirmemek için çok çalışır çok yorulurdu.
Zaman zaman Ahmet'e:
-“Benim yorgunluğum,
senin okuyup büyük adam olduğunu gördüğümde dinecek oğlum” derdi . Fakat ne
yazık ki Ahmet’in büyüyüp adam olmasını görememişti. O kadar çok
çalışmayı kaldıramamıştı zayıf vücudu, sağlığı bozulmuş sık sık hastalanır
olmuştu. Ahmet ilkokulun beşinci sınıfındayken annesini de kaybettikten sonra
teyzelerinde kalmaya başlamıştı. Okulun ilk yıllarında daha samimi arkadaştılar
Ali ile Ahmet. Ancak yıllar geçtikçe
hobileri de değişmiş Ali daha çok oyundan ve özellikle futboldan hoşlanırken,
Ahmet, kitap okumaktan ve ders çalışmaktan zevk almaya başlamıştı. Ahmet
ilkokul beşinci sınıfta sınavını kazanarak
yatılı bir okula gitmiş, ondan sonra bir daha da hiç görüşememişlerdi Ali ile
Ahmet.
Aslında Ali’de okulu ve okumayı
seviyordu, zeki de sayılırdı. Fakat bir
türlü okulda beklenilen başarıyı
gösterememişti. Ne zaman ders çalışmaya başlasa en samimi arkadaşı Eray'ın” Önce top oynayalım, bisiklet binelim, hem kafanda bunlar varken ders
aklına girmez” sözlerini hatırlar, Eray’la oynamaya gider, eve döndüğünde de
yorgunluktan uyur kalırdı. Bunları düşündükçe biraz da Eray'ı suçluyordu ve “keşke
Eray’la hiç tanışmamış olsaydım diyordu” Ali. Tam bu sırada öğretmeninin bir derste
tanıttığı ve içerisinden bazı bölümler okuduğu kitabı hatırladı. Prof.Dr.Ali
Fuat Başgil’in “Gençlerle Baş başa” isimli kitabıydı bu. Öğretmeninin bu kitaptan okuduğu bölümde , “hayatta başarılı olma yolundaki üç
düşman”dan bahsediliyordu, bunlardan 1.cisi Tembellik, 2.cisi kötü arkadaş,
3.cüsü de kötü örneklerdi. Öğretmen sık sık bu tehlikelerden söz ederdi. Aynı kitapta arkadaş olunacak
kimselerde”Çalışkanlık, dürüstlük ve iyilikseverlik “ özelliklerinin aranması
da öğüt veriliyordu. “Körle yatan şaşı kalkar”, “üzüm üzüme baka baka kararır”
atasözleriyle Mevlana'nın “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”
vecizesini de sık sık hatırlatıyordu öğretmen. O günlerde bunlara pek kulak
asmamıştı Ali. Ama ne kadar da pişman olmuştu. Ahmet’in konumunu düşündü bir de
kendisininkini. Ahmet okumuş doktor olmuştu, hem saygın bir mesleğe sahipti hem
de diğer insanların acısını dindiriyordu. Ya kendisi... Ailesinin iteklemesiyle
zar zor ortaokulu bitirebilmiş, askerlik çağına kadar gezip eğlenmiş, askerlik dönüşü
uzun süre iş aramış ancak belli bir mesleği olmadığı için kalıcı bir iş
bulamamış, yaşı otuzu geçmiş hala hayatını bir düzene sokamamıştı. Şu anda
burada bulunmasının sebebi de buydu zaten. Gazete ilanında “Doktor muayenehanesinde
temizlik işlerinde çalışacak elaman
aranıyor” deniliyordu. Ahmet Ali’yi
tanıyamamıştı. Çünkü Ali fiziken çok değişmiş,yılların yorgunluğu cildinde ve
saçlarının renginde kendisini göstermişti. Bu nedenle olduğundan en az on yaş
fazla gösteriyordu Ali. Karşısındaki Ahmet sanki kendi yaşıtı değildi.
Ali bunları düşünürken Dr. Ahmet’in,
“buyurun kardeş, iş için mi gelmiştin?”
dediğini zar zor duyabildi. Bu işe çok ihtiyacı vardı, fakat kendisini tanıtma
cesareti yoktu Dr. Ahmet'e. Zira o zamanlar çok ders çalışıyor diye Ahmet’i az
alaya almamışlardı arkadaşlarıyla. Neler neler söylememişlerdi ki: “İnsan
dünyaya bir kez gelir”, “biz de öleceğiz sen de”, “şu ölümlü dünyada yaşamana,
eğlenmene bakacaksın”, “ana kuzusu Ahmet, annesinin sözünden çıkıp bizimle
oynamaya gelemez”, “çok inekleme oğlum
yakında möö sesi çıkaracaksın”......
- “Yok “ diye cevap verdi Ali cılız bir sesle,
“yanlış adrese gelmişim” dedi ve oradan
hızla ayrıldı gazetedeki diğer işaretli ilanların adreslerine doğru.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder