17 Mayıs 2021 Pazartesi

YANLIŞ ADRES

 

             

 

           Güneş batmak üzereydi. Güneşin etkisini yitirmesiyle sonbaharın serinliği iyice kendisini hissettirmeye başlamıştı.  Yerleri ıslatmış sağanak yağmur hala birer ikişer atıştırıyordu. Sabahtan beri ne bir lokma geçmişti boğazından ne de bir lahza dinlenebilmişti. Dolmuşa verecek parası da olmadığından saatlerdir yürüyordu . Eskimiş ayakkabıları su almış, parmak uçları delinmiş çorapları  ve ayakları ıslanmıştı. Üzerine giydiği eskiciden aldığı montu,  onu soğuktan korumaya yetmiyordu. Ama o bunlara alışıktı ve aldırmadan yoluna devam ediyordu.  Zira bu gün eşine ve küçük kızına güzel bir haberle dönmek istiyordu.

       

           Cebindeki buruşmuş ve ıslanmış gazete parçasını  yırtılmasın diye özenle çıkardı ve adresi bir kez daha kontrol etti. Evet adres doğruydu.  İş hanının kapısından içeriye girdi ve ağır ağır merdivenleri tırmanmaya başladı güzel hayallere dalarak. Nihayet beşinci katta, aradığı kapının önündeydi. Yorgun ve bitkin görülüyordu. Çok heyecanlıydı. Kalp atışlarının normale dönmesi için bir müddet bekledi ve sessizce bir şeyler mırıldanarak ellerini yüzüne götürdü. Şimdi biraz daha iyiydi. Cebindeki küçük aynasını çıkartarak üstünü başını kontrol ettikten sonra kapıyı çaldı ve içeriye girdi.  Masasındaki bilgisayarında çalışmakta olan adam, Ali'nin yüzüne bakmadan,

 

-“Buyur otur iki dakika “ dedi.

 Ali   gösterilen yere oturdu ve adamın işini bitirmesini beklemeye başladı. Oda sıcacıktı, zira  duvardaki klima sıcak hava üflüyordu. Gözü, odanın duvarında asılı duran tablolara takıldı Ali'nin. Hemen hemen hiç boş yer kalmamış, her tarafı tablo ve resimlerle süslenmişti duvarın. Adamın tam arkasında asılı duran fotoğraf dikkatini çekti birden Ali'nin. Tanıdık bir sima idi sanki. Kıyafeti hiç de yabancı değildi Ali’ye.  Alilerin memleketindeki kadınların yöresel giysileriydi bunlar. Bu arada masadaki adam işini bitirerek  Ali’ye döndü,  Ali ile göz göze geldiler.

 Ali,

    -“Aman Allah'ım olamaz” diye mırıldandı içinden,çok şaşırmıştı. Tekrar duvardaki resme baktı  bir de masadaki isimliğe, evet şimdi her şeyi  daha iyi anlıyordu: Masada oturan kişi Ali'nin ilkokuldaki sınıf arkadaşı Ahmet’ten başkası değildi. Yıllar önce en samimi arkadaştılar, nasıl tanımazdı Ali Ahmet’i?  Biraz kilo almış, saçları  seyrekleşmiş ve gözlük takmıştı. Duvardaki resim de annesi Kezban Teyzenin resmiydi.

     

      Ali, o eski günlerin hayaline daldı  farkında olmadan. İlkokul günlerini hatırladı.  Sivas’ın bir köyünde okumuştu ilkokulu. Babası memurdu. Öğrencilerin çoğuna göre  kıyafetleri daha düzgün, oyuncakları daha çoktu. Topu ve bisikleti bile olmuştu. Diğer çocuklar Ali ile arkadaşlık yapmak için  yarış  yaparlardı. Ahmet ise sınıfın en fakir öğrencisi idi. Babası o doğmadan önce ölmüştü. Annesi   Ahmet’i büyütüp okutabilmek için temizlik işlerinden ırgatlığa kadar yapmadık iş bırakmamıştı. Her bayram yeni elbise alamazdı Ahmet’e ama mevcutları bir tamir ederdi ki yenisinden daha güzel olurdu.  Oğluna babasının yokluğunu hissettirmemek için çok çalışır çok yorulurdu.

Zaman zaman Ahmet'e:

-“Benim yorgunluğum, senin okuyup büyük adam olduğunu gördüğümde dinecek oğlum” derdi . Fakat ne yazık ki  Ahmet’in büyüyüp  adam olmasını görememişti. O kadar çok çalışmayı kaldıramamıştı zayıf vücudu, sağlığı bozulmuş sık sık hastalanır olmuştu. Ahmet ilkokulun beşinci sınıfındayken annesini de kaybettikten sonra teyzelerinde kalmaya başlamıştı. Okulun ilk yıllarında daha samimi arkadaştılar Ali ile Ahmet.  Ancak yıllar geçtikçe hobileri de değişmiş Ali daha çok oyundan ve özellikle futboldan hoşlanırken, Ahmet, kitap okumaktan ve ders çalışmaktan zevk almaya başlamıştı. Ahmet ilkokul beşinci sınıfta  sınavını kazanarak yatılı bir okula gitmiş, ondan sonra bir daha da hiç görüşememişlerdi Ali ile Ahmet.

    

       Aslında Ali’de okulu ve okumayı seviyordu,  zeki de sayılırdı. Fakat bir türlü okulda beklenilen başarıyı  gösterememişti. Ne zaman ders çalışmaya başlasa en samimi arkadaşı Eray'ın” Önce top oynayalım, bisiklet binelim, hem kafanda bunlar varken ders aklına girmez” sözlerini hatırlar, Eray’la oynamaya gider, eve döndüğünde de yorgunluktan uyur kalırdı. Bunları düşündükçe biraz da Eray'ı suçluyordu ve “keşke Eray’la hiç tanışmamış olsaydım diyordu” Ali. Tam bu sırada öğretmeninin bir derste tanıttığı ve içerisinden bazı bölümler okuduğu kitabı hatırladı. Prof.Dr.Ali Fuat Başgil’in “Gençlerle Baş başa” isimli kitabıydı bu. Öğretmeninin  bu kitaptan okuduğu  bölümde , “hayatta başarılı olma yolundaki üç düşman”dan bahsediliyordu, bunlardan 1.cisi Tembellik, 2.cisi kötü arkadaş, 3.cüsü de kötü örneklerdi. Öğretmen sık sık bu tehlikelerden söz ederdi.  Aynı kitapta arkadaş olunacak kimselerde”Çalışkanlık, dürüstlük ve iyilikseverlik “ özelliklerinin aranması da öğüt veriliyordu. “Körle yatan şaşı kalkar”, “üzüm üzüme baka baka kararır” atasözleriyle Mevlana'nın “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” vecizesini de sık sık hatırlatıyordu öğretmen. O günlerde bunlara pek kulak asmamıştı Ali. Ama ne kadar da pişman olmuştu. Ahmet’in konumunu düşündü bir de kendisininkini. Ahmet okumuş doktor olmuştu, hem saygın bir mesleğe sahipti hem de diğer insanların acısını dindiriyordu. Ya kendisi... Ailesinin iteklemesiyle zar zor ortaokulu bitirebilmiş, askerlik çağına kadar gezip eğlenmiş, askerlik dönüşü uzun süre iş aramış ancak belli bir mesleği olmadığı için kalıcı bir iş bulamamış, yaşı otuzu geçmiş hala hayatını bir düzene sokamamıştı. Şu anda burada bulunmasının sebebi de buydu zaten. Gazete ilanında “Doktor muayenehanesinde temizlik işlerinde çalışacak  elaman aranıyor” deniliyordu.  Ahmet Ali’yi tanıyamamıştı. Çünkü Ali fiziken çok değişmiş,yılların yorgunluğu cildinde ve saçlarının renginde kendisini göstermişti. Bu nedenle olduğundan en az on yaş fazla gösteriyordu Ali. Karşısındaki Ahmet sanki kendi yaşıtı değildi.

          

          Ali bunları düşünürken Dr. Ahmet’in, “buyurun  kardeş, iş için mi gelmiştin?” dediğini zar zor duyabildi. Bu işe çok ihtiyacı vardı, fakat kendisini tanıtma cesareti yoktu Dr. Ahmet'e. Zira o zamanlar çok ders çalışıyor diye Ahmet’i az alaya almamışlardı arkadaşlarıyla. Neler neler söylememişlerdi ki: “İnsan dünyaya bir kez gelir”, “biz de öleceğiz sen de”, “şu ölümlü dünyada yaşamana, eğlenmene bakacaksın”, “ana kuzusu Ahmet, annesinin sözünden çıkıp bizimle oynamaya gelemez”,  “çok inekleme oğlum yakında möö sesi çıkaracaksın”......

 

         - “Yok “ diye cevap verdi Ali cılız bir sesle, “yanlış  adrese gelmişim” dedi ve oradan hızla ayrıldı gazetedeki diğer işaretli ilanların adreslerine doğru. 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder