Bir
anlam varlığı olarak insan, hayatını amaç/gaye/ideal uğrunda sürdürür. Amaçsız
olmak, insanı taşıdığı anlamdan uzaklaştırarak onu hayatın bir nesnesi konumuna
düşürür. Hâlbuki insan, özne olarak taşıdığı anlamı idrâk edip faaliyete
geçtiğinde hayatını aktif olarak sürdürür. Bu da şüphesiz, metafiziksel açıdan
‘dert insanı’ olmakla mümkündür.
“İçinde bulunulan kötü durum, sorun, sıkıntı” gibi
manalara gelen dert kavramı; metafizik
açıdan, gündelik dünyevi sıkıntılardan daha öte aşkın manaları kapsar. Dîvân-ı
Hikmet müellifi Ahmed-i Yesevî, “ insanı
dert ile özdeşleştirir. Onun anlam dünyasında insan olmak demek, esasen dert
ile yüklü olmak demektir. Dert, bu şekliyle düşünüldüğünde kemâle açılan bir
kapı olmaktadır. Çünkü insanı pişiren, onu zirvelere kanatlandıran kendisiyle
mücehhez olduğu ıstıraptır.” Dertsiz insanı, insan olarak dahi görmeyen Yesevî,
esasında bu ifadesiyle mühim bir anlayışa dikkat çekmektedir. Şöyle ki Yesevî
düşüncesinde, insanı insan yapan temel şart, derttir. Dertsizlik kabul edilemez
bir hâldir. Çünkü dert, insana yol gösterir ve istikametten sapmadan ‘yol’da
olmayı gerektirir. Bu bağlamda dert, insanı bir anlam arayışına sürükler. Kendini bilmeyi öğretir. Bu sebeple dert, Yesevî
felsefesinde insanı olgunlaştıran bir ruh hâline işaret eder:
“Dertsiz insân insân değil, bunu anlayın,
Aşksız insân hayvân cinsi, bunu dinleyin” (Dîvân-ı
Hikmet).
“Dertsiz
iseniz, “dert” sizsiniz”
Evimiz, mahallemiz, şehrimiz, köyümüz, kentimiz,
ülkemiz ve dünyamız hepimiz için önemlidir. Yurdumuzda ve dünyamızda olup
bitenlere karşı ilgisiz kalamayız. “Dertli “olan herkesin bilgisi, becerisi, yetkisi,
imkânları dâhilinde ülkemiz ve insanlık için yapabileceği bir iş ve yerine getirmekle
yükümlü olduğu görevler vardır mutlaka. Yeter ki niyet halis olsun. “ Boş insanlar boş işlerle uğraşırlar” Hâlbuki
sınırlı bir ömürde boş ve faydasız meşguliyetlere zamanı yoktur/olmamalıdır
insanın. Kişinin, bilgi ve ahlakını sürekli geliştirmesi, kendisine ve
çevresine olabildiğince faydalı olmaya çalışması, çevresindekileri hayra/iyiliğe
çağırması, “emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker” çabası en önemli
görevidir. Demek ki birinci derdimiz “kendimiz” olmalı, kendimizi eğitip,
çevreye, millete, insanlığa faydalı birey haline getirme gayreti içinde
olmalıyız.
Bilgi, uzunca bir eğitim/emek ister, mesai
gerektirir. Çağdaş filozofumuz Yusuf KAPLAN,
”istisnalar hariç 1984 yılından beri sabah namazından önce yatmadım” der.
Bırakınız üç/beş ideolojik kitabı okumakla bilgili olmayı, bir alanın lisans
derecesini tamamlamak bile o alanın uzmanı olmaya yetmemektedir günümüzde.
Kişinin bilgi sahibi/uzmanı olduğu konularda
konuşması, etrafını aydınlatması, yorumlar yapması, varsa o alan ile ilgili
eksiklikleri dile getirmesinden daha tabii bir şey olamaz. Fakat yarım-yamalak
kulaktan duyma bilgilerle her alanda bir şeyler söylemek cehaletin
göstergesidir. Adam gazeteci, ama tartışma programlarında eğitimden, sağlığa,
spordan ekonomiye her konunun “güya” uzmanı!, her konuda söyleyecek sözü var.
- Okuyup
beynimizi ve ruhumuzu geliştirmek yerine, sürekli her şeyden şikâyet edip, başkalarının yalan-yanlış sözlerini papağan
gibi tekrar edip durmamızın tek “faydası!” çene kaslarımızın gelişmesidir.
-Bir gün tıp eğitimi almamış, aşnın tanımını bile
bilmediği halde “ben aşıya karşıyım” diyen birisiyle ne konuşulabilir?
-Dinin tanımını bilmediği halde kendini teolog sanan,
fetvalar veren, eğitimin tanımını bilmediği halde, “Finlandiya’da eğitim
şöyledir” giriş cümleleriyle eğitim sistemimizi eleştiren, İktisata Giriş
seviyesinde dahi iktisat bilgisi olmadığı, “asgari ücret ”in doğru
söylenişini/yazılışını/ tanımını bilmediği halde “asgari ücret” hakkında ahkam kesen, futbol
bilgisi çocukken mahalle aralarında arkadaşlarıyla, naylon toplarla oynadığı
maçlardan ibaret iken, milli maçlardaki teknik adamların oyun stratejilerini
tenkit eden, hayatında bir mahalle muhtarlığı tecrübesi bile olmadığı halde
ülke yöneticilerinin küresel politikalarının yanlışlığından dem
vuran…..kişilerle işimizin zorluğu ortada.
Medeniyetin temeli insandır. İnsan olmadan medeniyet
olmaz. Medeniyet sadece insan değildir ama yetişmiş insan olmadan da
medeniyetten söz edilemez.
Bir medeniyet söylemi/hedefi varsa keyfiyetli/dertli
insan yetiştirme çalışmaları gündeme gelmeli ve bu konu ciddi bir şekilde
çalışılmalıdır. Uygulamada ve teoride neler yapılabilir, nasıl yapılabilir?... Bunlar
tek tek tartışılmalıdır. Osmanlı medeniyetinde insan yetiştirmede vakıfların
büyük rolü vardı, bu nedenle Osmanlı Medeniyeti, vakıf medeniyeti olarak da
isimlendirilir.
Sonuç;
Dertsiz kişi, en büyük derttir. İnsanlığın/ülkemizin
geleceği/bekası için “dert”li nesiller yetiştirmeliyiz. Eğitim sistemimiz bu
bağlamda yeniden dizayn edilmelidir. En büyük derdi midesi olan, kendisini
bilmeyen/tanımayan kişi, bizatihi en büyük “dert”tir.
“Eğer çözümün bir parçası değilsen, o zaman sorunun
bir parçasısın demektir” “Aç insanlar var” diye sürekli bağırmak yerine,
çevremizdeki bir açı bulup doyurmaktır dert ve marifet.
Osmanlı Dönemindeki “dertli” insanlarca kurulan
vakıfları hatırlayalım. Görece o yokluk yıllarında, dağlardaki yaban
hayvanlarının açlığını sorun edinen ve çözümler üreten bir medeniyet.
Son söz Mevlana’mızım olsun;
Ey gerçeği
arayan kişi! Şunu bil ki, kimde dert varsa, o koku almış, dermanı bulmuştur.
Derdin yoksa ara” (Mesnevî, I, 624-628)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder