27 Haziran 2021 Pazar

Merkezi Sınavlarda Sorular Zor muydu?

 

 

Ülkemizde uzun yıllardır akademik (lise ve üniversite) eğitim alacak öğrencilerin seçimi merkezi sınavlarla yapılmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde akademik eğitim alacak öğrencilerin seçimleri ilkokuldan itibaren kurullarca (rehberlik servisleri, öğretmenler kurulları vb.)yapılan yönlendirmelerle yapılsa da genç nüfusun ve üniversite okuma beklentisi çok yüksek olan ülkemizde hala en iyi yöntem merkezi seçme sınavlarıdır.

Ülkemizde uzun yıllardır üniversite sınavları merkezi olarak yapılmakta, adaylar elde ettikleri puan sıralaması ve tercihlerine göre üniversitelerin bölümlerine objektif olarak yerleştirilmektedir.  Yine 10-15 yıldır da çeşitli isimler (Oks,Teog,Lgs vb.)  altında liselere giriş sınavları da merkezi olarak yapılmakta, adaylar başarı sıralamaları  ve tercihlerine göre  bir ortaöğretim kurumuna yerleşmektedirler. Yine çeyrek asırdır kamuya memur alımı için merkezi olarak Kamu personeli seçme sınavı ( Kpss) yapılmakta sınavda yüksek puanlan ve sıralama derecesi yüksek olan adaylar kamu kurumlarına memur olarak atanmaktadırlar. Ülkemizdeki merkezi sınavların nesnelliği ve güvenilirliği konusunda şüphe yoktur.   2.5 milyon üniversiteli adayından her birini istediği bölüme yerleştirebilecek /okutabilecek imkânlarımız olmadığına göre, kur’a çekerek yerleştirme yapılamayacağına göre, şimdilik objektif bir sınav, başarıya dayalı böyle bir puan sıralaması en iyi yöntemdir. Her sınav döneminde, sınavın mantığını bilmeyen/anlamayan hatta eğitimin tanımını yapmaktan aciz birçok “uzman”!  sınavdaki soruların çok zor olduğu/ çocukların hayalleriyle oynandığı/ çocuklar yarış atına çevrildiği/eğitimde eşitliğin olmadığı/gençlere yazık edildiği/…vs. geyik muhabbetleriyle kafaları karıştırıyorlar.  “Geyik muhabbeti” diyorum zira hiçbir haklı/makul gerekçesi yok bu açıklamaların..

 Oysaki

1.Merkezi sınavlar, yarışma sınavıdır, adaylar arasındaki sıralamadır önemli olan. Soruların zorluğunun /kolaylığının bu sıralamaya/bölümlere yerleşmeye hiçbir etkisi yoktur. Somutlaştırırsak, YKS’de genelde ilk 15 bin sıralamasın yer alan aday Tıp Fakültelerine yerleşebilir. Sorular daha kolay ise adayların puanları yükselir, zor ise bu adayların puanı düşer, ama her halükarda bu ilk 15 bin aday Tıp Fakültesine yerleşirler. LGS’de de durum farklı değildir. Ülke genelinde Fen Liselerinin 36 bin, Sosyal Bilimler liselerinin 10 bin, sınavla öğrenci alan Anadolu liselerinin 56 bin kadar kontenjanı mevcuttur. Burada da LGS’deki soruların zorluğu/kolaylığı değil, adayların başarı sıralamalarındaki yeridir önemli olan.  Fen Lisesine yerleşmeyi hedefleyen bir öğrencinin tüm adaylar içinde ilk 36 bine girmesi gerekir. Soruların zorluğu ve kolaylığı bu sıralamayı değiştirmez. İlk 36 bine giren ve Fen liselerine yerleşen öğrenciler, sorular kolaysa daha yüksek puanlarla, sorular görece zor ise daha düşük puanlarla bu okullara yerleşmiş olurlar, ama sonuç değişmez, sıralamada her halükarda ilk 36 bine giren öğrenciler Fen liselerinde okuma fırsatı bulurlar.

2. Üniversitelerin istihdam alanı olan iyi bölümleri (Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık, Hukuk, Köklü üniversitelerin Mühendislik bölümleri vb. ) kontenjanları mahduttur/sınırlıdır. Ayrıca bu bölümlerde okuyacak öğrenciler, daha ilkokuldan itibaren derslerini günü gününe çalışarak/öğrenerek kendisini bu zorlu eğitimlere hazırlamış olmalıdır.  Bu hazırlığı yapmış olanları adilce seçmek için gereklidir merkezi sınav.

3.Lise sona kadar gezmeye/ eğlenmeye gider gibi okula gidip gelenlerin merkezi sınavlarda başarı gösterebilmesi mümkün değildir. Bu bir tercih meselesidir, burada “ bir yazık etme” den söz edilemez. Burada asıl tuhaf olan (kendisini akademik eğitime hazırlayan da hazırlamayan da ) herkesin üniversite okuma isteğidir.

4.”Eğitimde eşitlik ”ten fırsat eşitliği anlaşılmalıdır. Devlet okumak isteyen her bireye eşit imkânlar sunar, maddi imkânı yetersiz aile çocukları burs/kredi /yurt/parasız yatılı vb. imkânlarla da desteklenir. Bundan sonrası öğrencinin çok çalışması, başarılı olmasına bağlıdır. Kapasitesi düşük olan/yeterince çalışmayan ve başarılı olamayan öğrencilere haksızlık yapılmış olmaz.

5.İnsan psikolojisi başarısızlığı hazmetmek istemez, tembelliğinden kaynaklı başarısızlığının müsebbibi olarak hep sanal bahaneler (soruların zorluğu/cevaplarda kaydırmalar/ okulda anlatılmayan konulardan soru sorulması vb. gibi) üretir ve kendisini geçici olarak kandırır/ rahatlatır. Her merkezi sınav sonucu gördüğümüz serzenişler biraz da bununla ilgilidir. Bazı başarısız bireyler daha gerçekçidir, marifetmiş gibi ”çalışsam yaparım ama çok çalışmadım” der. İşte sistem tam da “çalışan”ı/ daha çok emek vereni ayırt etmektedir.

Beklentileri /hedefleri düşürmeliyiz. Velileri ve öğrencileri buna alıştırmalıyız. Her öğrenci üniversite okumak zorunda değildir. Hatta lise eğitimi bile zorunlu olmamalıdır. Ülkemizde böyle bir ihtiyaç yok. Bilakis sanayide çırak ve kalfa bulunamıyor. Ara eleman ihtiyacı/açığı her geçen gün yükseliyor. Anlayışlarımızı değiştirmeliyiz. Kendisini ilkokuldan itibaren akademik eğitime hazırlamayan/ sürekli ders çalışma alışkanlığı kazanamamış çocuklarımızı çıraklık eğitim merkezlerine, meslek liselerine yönlendirmeliyiz. Ülkemizin Mühendise ihtiyacı olduğu gibi en az onun kadar iyi yetişmiş bir ustaya da ihtiyacı olduğunu unutmamalıyız.

21 Haziran 2021 Pazartesi

KAMUDA ENGELLİ MEMUR İSTİHDAMI VE ÖĞRETMENLİK

 

 

                    Engellilik, toplumdaki hemen herkesi etkileyen, çok boyutlu, karmaşık, hassas, duygusal bir olgudur. Toplumumuzdaki insanların bir kısmı engelli, diğerleri de engelli adayıdır.  Her insan hayatının bir döneminde geçici veya kalıcı engellilik durumu yaşamakta,  ya da ailesinde, çevresinde engelli birey bulunmaktadır.  Ayrıca yaşlanmayla birlikte vücudumuzdaki bir çok organımızda işlev bozukluğu ve fonksiyon kayıpları yaşandığı bilinen gerçeklerdir. Bu açılardan bakıldığında hemen her insanın engelli bir bireyle doğrudan ya da dolaylı olarak teması bulunduğu söylenebilir. Günümüzde, gelişmiş ülkelerde hayat standartlarını yükseltmeye yönelik birçok düzenleme yapılmış olsa da, engelli bireyler eğitim, sağlık, istihdam, toplumsal yaşama katılım vb. konularda birçok güçlükler bulunmaktadır. Bu bağlamda ülkemizde de son yıllarda önemli adımlar atılmış, engelli bireylere bir çok pozitif ayrımcılık yapılmış, bir çok haklar sağlanmıştır ki bunlardan başlıcalar şunlardır;

 “Engelli Aylığı , Muhtaç Aylığı, Evde Bakım Aylığı, Vergi İndirimleri ve Muafiyetleri

Gelir Vergisinde Engelli İndirimi,Araç Alımında ÖTV Muafiyeti

 Özel Araç ve Gereçlerde KDV Muafiyeti ,Motorlu Taşıtlarda MTV Muafiyeti

Konutlarda Emlak Vergisi Muafiyeti, İthal Edilen Araç ve Gereçlerde Gümrük Vergisi Muafiyeti, Belediye otobüslerinde ücretsiz ulaşım,Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının engellilere özel engellerine yönelik ücretsiz tekerlekli sandalye, protez, konuşma ve işitme cihazı verilmesi, gıda, barınma ve nakdi yardımlar, TCDD engelli kişilere tüm hatlarda, yüksek hızlı trenler de dahil, ücretsiz ulaşım hakkı ,Kredi Yurtlar Kurumunun burs ve yurt başvurularında engellilere öncelik ,Devlet Tiyatroları oyunlarının ücretsiz izlenebilmesi, Müze ve ören yerlerine ,milli parklar, tabiatı koruma alanları ve tabiat parklarına ücretsiz girişler, Türk Hava Yolları tarafından tüm iç hat uçuşlarındaki %20, dış hat uçuş ücretlerinde %25 indirim uygulanmaktadır,Engelli bireylere özel yapılan  “E-KPSS”  ile Devlet Personel Başkanlığı tarafından kamuya engelli memur alımları yapılmaktadır, Ayrıca bazı özel kurumlarca üretilen hizmet ve ürünlerde de engellilere yönelik  muhtelif ayrıcalıklar sağlanmaktadır.“

                     Engellilerin sosyal ve çalışma hayatındaki zorlukları, engelli bireylere pozitif ayrımcılığın gerekliliği hepimizin malumudur. Bu bağlamda ülkemizde engellilerin istihdamına yönelik , “E-KPSS”  devreye sokulmuş, eğitim durumları ve bu mezkur sınav sonuçlarına göre engelliler, bir çok kamu kurumuna memur olarak atamaları yapılmaya başlamıştır.  

 

 2/1/2014 tarih ve 2014/5780 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan “Engelli Kamu Personel Seçme Sınavı ve Engellilerin Devlet Memurluğuna Alınmaları Hakkında Yönetmelik” hükümleri çerçevesinde, Milli Eğitim Bakanlığı da “görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı bulunanlar hariç olmak üzere”  ilk ve ortaöğretim kurumlarımıza EKPS sınavı sonuçlarına göre, engelli öğretmen atamaları yapmaktadır.

 

Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen atama ve yer değiştirme yönetmeliğinin 10.maddesine göre;

 “Engellilerin ataması

MADDE 10 – (1) Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı bulunanlar hariç olmak üzere, engellilerin öğretmenliğe atamaları, 2/1/2014 tarihli ve 2014/5780 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Engelli Kamu Personel Seçme Sınavı ve Engellilerin Devlet Memurluğuna Alınmaları Hakkında Yönetmelik hükümleri çerçevesinde yapılır.

 

(2) Bu madde kapsamında öğretmenliğe atanacakların; öğrenim durumu yönünden mezuniyetinin atanacağı alan öğretmenliğine uygun olması ve eğitim fakülteleri dışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olanların Bakanlıkça uygun görülen pedagojik formasyon eğitimi programını başarıyla tamamlanmış olması, yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olanların ise yükseköğrenimlerinin ve pedagojik formasyon belgelerinin yurt içindeki yükseköğretim kurumlarına veya programlarına denkliğinin yapılmış olması gerekir.

 (3) Engelli adayların, 30/3/2013 tarihli ve 28603 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelikte belirtilen sağlık kurumlarından rapor almaları ve engellilik durumlarının başvurdukları alan itibarıyla öğretmenlik yapmaya elverişli olması gerekir.

 (4) Bakanlığa atama izni verilen kadro sayısı ile sınırlı olmak üzere, illere ve alanlara göre atama yapılacak engelli öğretmen sayıları, ihtiyaç ve kadro durumu göz önünde bulundurularak Bakanlıkça belirlenir.” (Resmi Gazete Tarihi: 17.04.2015 Resmi Gazete Sayısı: 29329)

                    Yönetmeliğin mezkûr maddesi gereği sadece “görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı bulunanlar hariç” diğer engellilerin öğretmen olabilecekleri ifade edilmiştir.

 

                         OECD-AB ve Türkiye verilerine göre, dünya nüfusunun yaklaşık %15’i engelli bireylerden oluşuyor. Engelli bireylerin hayatlarını kolaylaştırmak için, devlet ve toplum olarak hepimize düşen görevler var. Engellilerin kamudaki istihdamlarında,  engel durumlarına uygun, başarılı olabilecekleri mesleklere atanmaları hem onları hem hizmet verdikleri toplumu mutlu edecektir. Özellikle son zamanlarda yapılan düzenlemelerle engelli bireylerimize birçok ayrıcalık ve imkân tanınmıştır. İmkânlar geliştikçe engelli bireylere devletimizce yapılacak pozitif ayrımcılık da artacaktır, artmalıdır. Kamu ya da özel sektörde engelli istihdamı genişleyecek, engelli hakları artırılacaktır. Ancak,  engelli bireylerin kamudaki istihdamlarında, engel durumunun, mesleğin icrasında sorun teşkil etmemesine azami özen gösterilmelidir. Örneğin bir Polisin, bir Subayın, bir itfaiyecinin bedensel engelli olması kabul edilebilir bir durum değildir.  Her gün binlerce öğrencinin huzuruna çıkan, dersini anlatırken sınıf disiplinini de sağlama görevi bulunan, derslerde ve nöbetlerde öğrenciyi izleme, takip etme, sınavları yapma, okuma, değerlendirme görevi bulunan öğretmenlerin en azından belli alanlardaki engelleri, işlerini yapmada oldukça sıkıntı yaşatabilir. Konuşma (kekemelik), görme ve işitme engelleri bunların başında gelmektedir.  Eğitim uzmanı, Sağlıkçı ve Psikologlardan oluşturulacak komisyonca konunun tekrar ele alınması, öğretmenlerin görev tanımları da göz önünde bulundurularak, hangi engellere, hangi oranlarda sahip engelli bireylerin öğretmen olarak atanabileceklerinin değerlendirilmesi faydalı olacaktır. Öğretmen olarak atanması uygun görülmeyen engelli bireyler mağdur edilmemeli, engellerine uygun kamudaki diğer alanlara memur olarak atanmalıdırlar.

18 Haziran 2021 Cuma

Derdi/n/m/iz Var mı?

 


              Bir anlam varlığı olarak insan, hayatını amaç/gaye/ideal uğrunda sürdürür. Amaçsız olmak, insanı taşıdığı anlamdan uzaklaştırarak onu hayatın bir nesnesi konumuna düşürür. Hâlbuki insan, özne olarak taşıdığı anlamı idrâk edip faaliyete geçtiğinde hayatını aktif olarak sürdürür. Bu da şüphesiz, metafiziksel açıdan ‘dert insanı’ olmakla mümkündür.

“İçinde bulunulan kötü durum, sorun, sıkıntı” gibi manalara gelen dert kavramı;  metafizik açıdan, gündelik dünyevi sıkıntılardan daha öte aşkın manaları kapsar. Dîvân-ı Hikmet müellifi Ahmed-i  Yesevî, “ insanı dert ile özdeşleştirir. Onun anlam dünyasında insan olmak demek, esasen dert ile yüklü olmak demektir. Dert, bu şekliyle düşünüldüğünde kemâle açılan bir kapı olmaktadır. Çünkü insanı pişiren, onu zirvelere kanatlandıran kendisiyle mücehhez olduğu ıstıraptır.” Dertsiz insanı, insan olarak dahi görmeyen Yesevî, esasında bu ifadesiyle mühim bir anlayışa dikkat çekmektedir. Şöyle ki Yesevî düşüncesinde, insanı insan yapan temel şart, derttir. Dertsizlik kabul edilemez bir hâldir. Çünkü dert, insana yol gösterir ve istikametten sapmadan ‘yol’da olmayı gerektirir. Bu bağlamda dert, insanı bir anlam arayışına sürükler.  Kendini bilmeyi öğretir. Bu sebeple dert, Yesevî felsefesinde insanı olgunlaştıran bir ruh hâline işaret eder:

“Dertsiz insân insân değil, bunu anlayın,

Aşksız insân hayvân cinsi, bunu dinleyin” (Dîvân-ı Hikmet).

“Dertsiz iseniz, “dert” sizsiniz”

Evimiz, mahallemiz, şehrimiz, köyümüz, kentimiz, ülkemiz ve dünyamız hepimiz için önemlidir. Yurdumuzda ve dünyamızda olup bitenlere karşı ilgisiz kalamayız. “Dertli “olan herkesin bilgisi, becerisi, yetkisi, imkânları dâhilinde ülkemiz ve insanlık için yapabileceği bir iş ve yerine getirmekle yükümlü olduğu görevler vardır mutlaka. Yeter ki niyet halis olsun.    “ Boş insanlar boş işlerle uğraşırlar” Hâlbuki sınırlı bir ömürde boş ve faydasız meşguliyetlere zamanı yoktur/olmamalıdır insanın. Kişinin, bilgi ve ahlakını sürekli geliştirmesi, kendisine ve çevresine olabildiğince faydalı olmaya çalışması, çevresindekileri hayra/iyiliğe çağırması, “emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker” çabası en önemli görevidir. Demek ki birinci derdimiz “kendimiz” olmalı, kendimizi eğitip, çevreye, millete, insanlığa faydalı birey haline getirme gayreti içinde olmalıyız.

Bilgi, uzunca bir eğitim/emek ister, mesai gerektirir.  Çağdaş filozofumuz Yusuf KAPLAN, ”istisnalar hariç 1984 yılından beri sabah namazından önce yatmadım” der. Bırakınız üç/beş ideolojik kitabı okumakla bilgili olmayı, bir alanın lisans derecesini tamamlamak bile o alanın uzmanı olmaya yetmemektedir günümüzde.

Kişinin bilgi sahibi/uzmanı olduğu konularda konuşması, etrafını aydınlatması, yorumlar yapması, varsa o alan ile ilgili eksiklikleri dile getirmesinden daha tabii bir şey olamaz. Fakat yarım-yamalak kulaktan duyma bilgilerle her alanda bir şeyler söylemek cehaletin göstergesidir. Adam gazeteci, ama tartışma programlarında eğitimden, sağlığa, spordan ekonomiye her konunun “güya” uzmanı!, her konuda söyleyecek  sözü var.

 - Okuyup beynimizi ve ruhumuzu geliştirmek yerine, sürekli her şeyden şikâyet edip,  başkalarının yalan-yanlış sözlerini papağan gibi tekrar edip durmamızın tek “faydası!” çene kaslarımızın gelişmesidir.

-Bir gün tıp eğitimi almamış, aşnın tanımını bile bilmediği halde “ben aşıya karşıyım” diyen birisiyle ne konuşulabilir?

-Dinin tanımını bilmediği halde kendini teolog sanan, fetvalar veren, eğitimin tanımını bilmediği halde, “Finlandiya’da eğitim şöyledir” giriş cümleleriyle eğitim sistemimizi eleştiren, İktisata Giriş seviyesinde dahi iktisat bilgisi olmadığı, “asgari ücret ”in doğru söylenişini/yazılışını/ tanımını bilmediği halde  “asgari ücret” hakkında ahkam kesen, futbol bilgisi çocukken mahalle aralarında arkadaşlarıyla, naylon toplarla oynadığı maçlardan ibaret iken, milli maçlardaki teknik adamların oyun stratejilerini tenkit eden, hayatında bir mahalle muhtarlığı tecrübesi bile olmadığı halde ülke yöneticilerinin küresel politikalarının yanlışlığından dem vuran…..kişilerle işimizin zorluğu ortada.

Medeniyetin temeli insandır. İnsan olmadan medeniyet olmaz. Medeniyet sadece insan değildir ama yetişmiş insan olmadan da medeniyetten söz edilemez.

Bir medeniyet söylemi/hedefi varsa keyfiyetli/dertli insan yetiştirme çalışmaları gündeme gelmeli ve bu konu ciddi bir şekilde çalışılmalıdır. Uygulamada ve teoride neler yapılabilir, nasıl yapılabilir?... Bunlar tek tek tartışılmalıdır. Osmanlı medeniyetinde insan yetiştirmede vakıfların büyük rolü vardı, bu nedenle Osmanlı Medeniyeti, vakıf medeniyeti olarak da isimlendirilir.

Sonuç;

Dertsiz kişi, en büyük derttir. İnsanlığın/ülkemizin geleceği/bekası için “dert”li nesiller yetiştirmeliyiz. Eğitim sistemimiz bu bağlamda yeniden dizayn edilmelidir. En büyük derdi midesi olan, kendisini bilmeyen/tanımayan kişi, bizatihi en büyük “dert”tir.

“Eğer çözümün bir parçası değilsen, o zaman sorunun bir parçasısın demektir” “Aç insanlar var” diye sürekli bağırmak yerine, çevremizdeki bir açı bulup doyurmaktır dert ve marifet.

Osmanlı Dönemindeki “dertli” insanlarca kurulan vakıfları hatırlayalım. Görece o yokluk yıllarında, dağlardaki yaban hayvanlarının açlığını sorun edinen ve çözümler üreten bir medeniyet.

Son söz Mevlana’mızım olsun;

 Ey gerçeği arayan kişi! Şunu bil ki, kimde dert varsa, o koku almış, dermanı bulmuştur. Derdin yoksa ara” (Mesnevî, I, 624-628)