26 Ekim 2023 Perşembe

Kavli Dua mı, Fiili Dua mı?

 


Dua; sözlükte “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” manalarına gelir. 

Dinî bir terim olarak ise dua; insanın Allah’a yönelerek maddî ve manevî isteklerini Allaha sunması demektir. Dua aynı zamanda ibadettir, Hz. Peygamber bir hadisinde   “Dua, ibadetin özüdür.” (Tirmizî, Deavât, 2) buyurmuştur. 

Yapılışı açısından dua kavli/sözlü dua ve fiili dua şeklinde iki kısımda incelenebilir.

 Kavli/Sözlü dua, sözle veya kalple yapılan duadır. Bu tür dua; kalp ve dil ile Allah’ı anmak, O’na saygı ifade eden cümleleri okumak, dünya ve ahiret ile ilgili isteklerde bulunmak, af ve mağfiret dilemek şeklinde yapılır.

Kavli/sözlü duaya, Kur’andan şu örnekleri verebiliriz: 

“(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf, 7/23)

 “(Müminler) Rabbimiz! bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver, ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver ve bizi ateş azabından koru.” (Bakara, 2/201)

Peygamberimiz (s.a.v) de bir hadisinde, “Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabb’inden istesin, hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar istesin” (Tirmizî, Daavât 149)  buyurmuştur.

Fiilî dua; Allah, kâinatta meydana gelecek tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Evrendeki her şey Allah’ın koyduğu sebep-sonuç (kanun ve kural) ilişkilerine göre şekillenir. Arzu ettiği bir şeyin olmasını isteyen kişi, öncelikle onun sebeplerini de yerine getirmek zorundadır. Fiili dua; insanın sözlü olarak Allah’tan istediği şeyin ön koşullarını yerine getirmesi, zeminini hazırlaması ve Allah’ın koyduğu kanunlara ( sünnetüllâh) uyması demektir. Fiili dua,  dil ile istediğimiz şeyler için,  gerekli çabayı sarf etmek, isteklerimizin olması için çalışmak, amel etmek, sebepleri yerine getirmek demektir.

Kişi, Allah’tan istediği şeyin gerçekleşmesi için Allah’ın kendisine öğrettiği sebepleri ve kanunları elinden geldiği kadar yerine getirip tamamlar, sonucunu da Allah’tan bekler. Hayvanı hasta olan ve iyileşmesi için sadece dua eden birisine söylenen “Duana biraz da katran ilacı ekle” sözü, fiilî dua için güzel bir örnektir.

Sözgelimi, sağlıklı olmayı isteyen bir kimsenin yemesine içmesine, fiziksel aktivitelerine kısacası tüm sağlık kurallarına dikkat etmesi; sınavda başarılı olmak isteyen öğrencinin, sınava iyi hazırlanması; tarlasından bol ürün almak isteyen çiftçinin, tarlasını,   ziraat uzmanlarının tavsiyeleri doğrultusunda  hazırlaması, ekmesi dikmesi, sulaması, gübrelemesi vb. gerekir. Trafikte kaza olmasın diye dua eden sürücünün, öncelikle aracının gerekli periyodik bakımlarını yaptırması ve trafik kurallarına harfiyen uyması gerekir. Sağlık kurallarına uymadan sağlıklı kalmayı, trafik kurallarına uymadan kaza yapmamayı, çalışmadan zengin olmayı, iyi hazırlanmadan bir sınavda başarılı olmayı, tarlanın gerekli bakımlarını yapmadan bol ürün almayı istemek Sünnetüllah’a aykırıdır.

İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır” (Necm, 53/39) mealindeki âyette insanların çalışmaları ile alacakları sonuç arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiş ve bu çalışmanın fiilî bir dua manasına geldiğine işaret edilmiştir. Dolayısıyla bir insan, elinden gelen bütün gayretleri gösterdikten, istediği şeyin zeminini hazırladıktan sonra neticeyi dua ederek Allah’tan istemelidir.

Özetlersek, duada asıl olan fiili duadır. Allah’tan istenilen  şeyin ön koşullarının  yerine getirilmesidir, zemininin hazırlamasıdır,  sünnetüllâha uyulmasıdır.  Allah, ezelden ebede kadar kâinatta meydana gelecek tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Evrendeki her şey Allah’ın koyduğu sebep-sonuç (kanun ve kural) ilişkilerine göre şekillenir. Dua, ibadettir, dua; ibadetin özüdür. Dua; acizliğimizin farkında olup “kadir” olandan yardım istemektir.  Duanın işlevsel olması için, kavli dua ederken fiili dua ıskalanmamalı, Allah’ın koyduğu kanunlara (sünnetullah) uyulmalıdır,  sözlü olarak Allah’tan istenilen şeyin zemini oluşturulmalı, ön koşulları mutlaka yerine getirilmelidir. Aksi halde sözlü duadan sonuç beklemek beyhude olur.

 

14 Ekim 2023 Cumartesi

Göz Hakkı mı, Kul Hakkı mı?

 

Türk Dil Kurumuna göre “Göz Hakkı”; “görülüp de imrenilecek yiyeceklerden, görenlere verilen pay” olarak tanımlanmıştır.

Geleneklerimizde özellikle yol kenarlarında bulunan ve yoldan geçenlerin gördüğü meyvelerden yemenin hakkımız (göz hakkı) olduğuna dair oldukça yaygınlaşmış bir yanlış inanış/uygulama vardır. Ülkemizde bazı marketler de zaman zaman marketin bir köşesinde,  çocuklar için ücretsiz göz hakkı reyonu oluşturmuşlar, çocuklara ücretsiz meyve ikramında bulunmaktadırlar.

(https://www.trthaber.com/haber/yasam/cocuklara-goz-hakki-meyve-reyonu-584566.html)

Yolda yürürken, yol kenarındaki bir arazide bulunan meyveleri, canımızın çekmesi iddiasıyla  sahibinden izinsiz yiyebilir miyiz? Göz hakkını meşru görenlere göre evet. Hâlbuki ne din ne de hukuk sistemi kişilere başkasının ağacından ücretsiz meyve yeme hakkı vermemektedir.

İslam’da zengin kişinin malını ihtiyacı olan bir başkası ile paylaşması erdemli bir davranış olarak nitelendirilmiş, zekât ve sadaka vb. kurumlar aracılığıyla yoksullara yardım edilmesi, malların yoksul insanlarla paylaşması teşvik edilmiştir.

Bu nedenle mâlikin, sahibi olduğu yiyecek içeceklerden çocuklara, hatta yetişkin insanlara ikram etmesi, ahlaken ve dinen çok güzel, erdemli bir davranıştır. Ama bu tek taraflı, sadece mâlik tarafından yapılabilecek bir tasarruftur. Mâlikin, rızası, bilgisi, onayı olmaksızın göz hakkı ya da başka adlarla başkasına ait bir maldan az da olsa almak/yemek hem dinen hem hukuken hırsızlıktır, haramdır, cezai müeyyide gerektirir.  Göz hakkının meşru olarak görülmesi, mantıken de çok sıkıntılıdır. Zira neredeki, hangi ürünlerden, ne kadar, kaç defa yenilebilir? Bir ölçüsü bir hesabı yoktur, bir sınırı belirlenmemiştir. Bu durum toplumda kaosun oluşmasına, kavgalara, düşmanlıklara neden olur. Satıp geçimini temin edeceği, bahçesinde bulunan meyvesinin, sebzesinin “göz hakkı” mantığıyla tamamen alındığını (çalındığını) gören birey ne düşünür? Bazı marketlerin iyi niyetle oluşturdukları  “göz hakkı” meyve reyonlarının ismi göz hakkı reyonu yerine “çocuklara ikram reyonu” olarak değiştirilmesi faydalı olacaktır. Zira göz hakkı reyonundan ücretini ödemeden meyve alan çocuk zamanla bunu müktesep hak olarak görebilir ve meyve/yiyecek/içecek bulunan her yerde bunu bekleyebilir, deneyebilir.

Rivayete göre, Kanuni Sultan Süleyman çıktığı seferlerin birinde bir asker bağdan geçerken gördüğü üzümleri canı çekmiş, bir salkım üzüm almıştır. Karşılığında ise dala bir para kesesi asmıştır. Ordunun mola verdiği bir sırada bir köylü padişahı ısrarla görmek istemiş, Kanuni’nin huzurunda köylü, asma dalında bir para kesesi bulduğunu içini açınca koparılan üzümün parasını bulduğunu söylemiştir. Ayrıca köylü, Kanuni’nin ordusunda bu kadar erdemli bir askere sahip olduğu için tebrik etmek istediğini ifade etmiştir. Kanuni’nin bu işin faili askerin bulunmasını emretmesi üzerine huzura getirilen askere parası verilmiş olsa bile; Kanuni, sahibinden habersiz mal almanın uygun olmadığını söyleyerek askeri azarlamış ve ordudan uzaklaştırılmasını emretmiştir. Askerin mükâfatlandırılmasını bekleyen köylü ise şaşkınlıkla askerin neden cezalandırıldığını sorunca Kanuni, haram lokma yiyen bir askerle zafer kazanılmayacağını, üzümün bedelini dala bırakmasaydı canını zor kurtaracağını ifade etmiştir.

Türk Ceza Kanununun 141. maddesinde, “Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verileceği” hükme bağlanmıştır.  Komşunun bahçesinden birkaç  meyve alınıp yenilmesi, mâlikin rızası yok ise hırsızlık suçunu oluşturacağında şüphe yoktur, hukuken suçtur,  dinen haramdır.

 Burada hem dinen hem de hukuken sorumluluğu düşürecek tek olgu mâlikin rızasıdır. Aksi halde göz hakkı, “kul hakkı” na dönüşür, haram yenilmiş olur.

Sonuç olarak yetişkinler çocuklarını iyi eğitmeli, izni olmaksızın başkasının en küçük malının dahi alınamayacağını bunun hukuken suç, dinen de haram olduğunu anlatmalı, öğretmelidirler. Bu konuda özellikle ebeveynlerin ve öğretmenlerin büyük sorumlulukları olduğu unutulmamalıdır.