18 Mart 2022 Cuma

“HERŞEYOLOG”

 


Günümüzde bilim olabildiğine gelişmiş, her bilim dalının onlarca, bazılarının yüzlerce alt disiplinleri doğmuştur. Bir konuda uzman olabilmek için asgari 20-25 yıllık bir eğitim/bir birikim gerektiği malumdur. Bu kadar zaman ve emek sarf eden konunun uzmanları fırsat buldukça uzmanlık alanlarına ilişkin birikimlerini medyada,-panel ve konferanslarda paylaşmaları faydalı bir eylem olduğu kuşkusuzdur.

Ancak  son zamanlarda tv.lerde, tartışma programlarında boy gösteren her konuda konuşan,  güya her konunun uzmanları! “Herşeyologlar“  türedi. Hemen her kanalda sürekli aynı ( gazeteci, akademisyen, hukukçu vs.) kişiler. Bunların  en büyük özellikleri  “her şeyin ama her şeyin uzmanı” olmaları!. Ekonomiden, dış politikaya, siyasetten, güvenliğe, savunmaya, eğitime, sağlığa, teknik konulara varıncaya kadar bu kişilerin bilmedikleri! bir şey yok. Her konuda söyleyecek sözleri var.  Hukuk’un tanımını bilmezler ama hukuk hakkında konuşmaya mezun sanırlar kendilerini, Sübhaneke duasını bilmeyecek kadar din cahilidirler ama Diyanete, ilahiyatçılara akıl verirler. Talim ile terbiyenin farkını ayırt edemezler, “Finlandiya Eğitim Sistemini”  örnek verir dururlar. Bir gün Tıp eğitimleri olmasa da “aşı” da bunların uzmanlık alanına girer. Hayatları boyunca bir gün bile bir bakkal dükkânı işletmemişler, bir gün muhtarlık bile yapmamışlardır ama “Devlet nasıl yönetilmelidir?” sorusuna verecekleri uzun cevapları vardır. Asgari ücretin telaffuzunu, lügat ve ıstılah manalarını bilmezler, hayatlarında bir gün bile bir işçi çalıştırmamışlardır ama asgari ücretin ne kadar olması gerektiği konusunda en çok bunların sesi çıkar.”  Peki, kur bir işletme çalışanına 10 kat maaş ver millet patron görsün” denildiğinde sadece mugalata yaparlar. Bütün dünyanın uyguladığı, devletin cebinden bir kuruş çıkmadan  “yap işlet devret” modeliyle yaptırılan dev eserlerle (Yol, köprü, Hastane, Hava limanı vb. ilgili bir makale okumamıştır ama bu alanın uzmanlarının uygulamalarını kulaktan dolma yalan-yanlış bilgilerle eleştirmeyi kendilerinde hak görürler.

Genelde eğitim seviyesi düşük kişiler herşeyolog olsalar da her zaman böyle olmuyor. Profesör unvanlı herşeyoglarımız bile var malesef.(https://www.yeniakit.com.tr/haber/rezan-epozdemir-ersan-sene-herseyolog-dedi-studyo-karisti-1627047.html)

Bilmeyenlere anlatırsın, öğretirsin, öğrenirler teşekkür ederler.

Herşeyoglara bir şey öğretmek mümkün değildir, onlar zaten “her şeyi biliyorlardır”. Dinlemelerine, öğrenmelerine, emek vermelerine hiç gerek yoktur!

Herşeyoglar sadece eleştirirler, kendileri zaten bilmedikleri için doğrusunu gösteremezler.

Herşeyoglara, “madem bu kadar çok biliyorsun senin başarı hikâyen nedir?  denildiğinde, verecek cevabı olmadığından mugalataya devam ederler.

Herşeyoglar karşısındakileri pek dinlemezler, dinleseler bile “antenleri” kapalıdır asla yeni şeyler öğrenmezler.

Herşeyoglarla tartışmak zaman israfıdır, haramdır, onlar hiç mağlup olmazlar! “Sakın onlarla tartışmayın ben hiç yenemedim” diyen Gazzali’nin sözüyle Bertrand Russell’un “Ne kadar az bilirseniz, onu o kadar şiddetle savunursunuz.”  sözü ne kadar da benzeşiyor.

Herşeyogların genelde bir başarı hikayeleri yoktur. Laf yetiştirmekten kendilerini yetiştirmeye fırsat bulamazlar. Hayatlarını boş laflarla geçirirler.

Sürekli yönetimi, yöneticileri eleştiren herşeyoglara, “Seçil Muhtar ol, vekil ol, önkoşullarını yerine getir Kaymakam ol  … bir kurumda müdür ol da iyi yönetimin ugulamasını bizzat gösteriver denildiğinde mugalataları zirve yapar.

Her şeyin uzmanı olmak realitede mümkün değil, bilimsel, değil, makul değildir Hal ve tavırlarla olmayan şeyin iddiasında bulunmak kişinin cehaletini ortaya koyar, komik duruma düşürür.

“Adam olma” niyeti olan gencin bunlardan ders çıkartarak, kendisini çok iyi yetiştirmesi, her alanda değil bir alanda uzmanlaşması, ülkemizi, tarihimizi ve dünyayı iyi tanıması, beğenmediği konularda alternatif sunabilmesi, sloganik boş laflar yerine uzmanı olduğu konularda konuşarak etrafını aydınlatması zor ama doğru olandır. Ne mutlu bu zor olanı başarabilenlere.

8 Mart 2022 Salı

MEB EĞİTİM MÜFETTİŞLERİ YÖNETMELİĞİ

 


          Milli Eğitim Bakanlığı. Eğitim Müfettişleri Yönetmeliği, 01.03.2022 tarih ve 31765 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi.  https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/03/20220301-9.htm

Yönetmelik, eğitim müfettişleri başkanlıklarının kuruluş ve görevleri ile eğitim müfettişleri başkanı ve eğitim müfettişleri başkan yardımcılarının görevlendirilmelerini, görev, yetki ve sorumluluklarını, çalışma usul ve esasların, eğitim müfettişleri ve eğitim müfettiş yardımcılarının niteliklerini, yarışma ve yeterlik sınavlarını, yetiştirilmelerini, atanmalarını, yer değiştirmelerini, görev, yetki ve sorumluluklarını düzenliyor. Düzenlemeye göre, eğitim müfettişleri, il millî eğitim müdürlüklerinde oluşturulan eğitim müfettişleri başkanlıklarında görev yapacak. Eğitim müfettişleri başkanlıklarının koordinasyonu ile rehberlik ve denetim çalışmalarındaki bütünlük Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından sağlanacak.

Sınavının yapıldığı yılın ocak ayının birinci günü itibarıyla otuz beş yaşını doldurmamış adaylar arasından iki usulle Müfettiş alımı yapılacak;

1 Halen görev yapmakta olan öğretmenlerden adaylık ve sözleşmeli öğretmenlik süresi dâhil olmak üzere, sınav başvurusunun son günü itibarıyla öğretmenlikte 8 yıl ve daha fazla hizmeti bulunmak şartı ile halen Bakanlığın öğretmen kadrolarında görev yapmakta olmak ve en az üç yıl Bakanlığa bağlı resmî eğitim kurumlarında görev yapmış olanların katılabileceği yarışma sınavı ile.

2. En az dört yıllık lisans eğitimi veren hukuk, siyasal bilgiler, iktisadi ve idari bilimler, iktisat ve işletme fakülteleri veya bunlara denkliği YÖK tarafından kabul edilen yurt içi ve yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olanlar arasından, son başvuru tarihi itibarıyla geçerlilik süresi dolmamış, yarışma sınavı duyurusunda ilan edilen KPSS puan türlerinden belirlenen taban puanı veya üzerinde puan almış olanlardan alım yapılacaktır.

Söz konusu yönetmeliğin,   Eğitim müfettişi ve eğitim müfettiş yardımcılarının görev ve yetkilerini belirleyen 53.maddesinin (a )bendinde, müfettişlerin görevlerinin ilk maddesi olarak, “İldeki her derece ve türden resmî ve özel örgün ve yaygın eğitim kurumları ile özel öğrenci barınma hizmetleri kurumlarının rehberlik, iş başında yetiştirme, denetim, izleme ve değerlendirme, araştırma, inceleme, soruşturma ve ön inceleme çalışmalarını yapmak”  olarak belirlenmiştir.

Bu maddeden de anlaşılacağı gibi Milli Eğitimde Müfettişlerin temel olarak Rehberlik ve Teftiş görevleri bulunmaktadır. Rehberlik edecek kişinin (Müfettişin)  ilk şartı o meslek alanında eğitim ve iş tecrübesi ne sahip olması gerekir.  Öğretmen menşeli olmayan, hiç sınıfa girmemiş müfettişlerin öğretmenlere rehberlik yapmaları sıkıntılı gibi durmaktadır.

Müfettişin temel görevi rehberlik ve teftiş olduğuna göre, tecrübe (mesleki kıdem) ne kadar artarsa, ne kadar farklı deneyimlere sahipse, o kadar iyi rehberlik hizmeti sunulabileceği söylenebilir. Bunun için de 8 yıllık kıdem ve 35 üst yaş şartının yükseltilmesi, öğretmenliğin yanında, okulun idari işleyişine hâkim olmaları açısından yöneticilik (müdür, müdür yardımcılığı)  tecrübelerinin bulunmasının faydalı olacağı şüphesizdir.

Sonuç ve Öneriler
1.Bir milyonu aşkın öğretmenimizin rehberlik ve denetim hizmetlerini yürütecek Eğitim Müfettişlerimizin atamalarında;

a)Öğretmenliğin yanında idari kadrolarda da belirli süreler deneyimli olmaları faydalı olacaktır. Bu bağlamda, müfettişlik sınavına katılacaklarda, yönetmelikte olduğu gibi 8 değil en az 10 yıl öğretmenlik, 5 yıl da müdür, müdür yardımcısı olarak idari görevlerde çalışmış olma şartı getirilmelidir.

b)Belli eğitim ve sınav şartına bağlı olarak alınan “Uzman” ve “Başöğretmenlik” sertifikasına sahip olan öğretmenlerin müfettişlik sınavlarında avantajlı olmaları sağlanmalıdır.

2.Bu yönetmelikle, öğretmenlik eğitimi ve deneyimi olmayan, alanı, eğitimin işleyişini bilmeyen, sahadan gelmeyen, tebeşir kokusunu içine çekmemiş diğer lisans mezunlarının eğitim müfettişliğine atanmalarına imkân sağlanmıştır ki bu asla doğru değildir. Öğretmenlik müktesebi, tecrübesi bulunmayan, diğer lisans    (hukuk, siyasal bilgiler, iktisadi ve idari bilimler, iktisat ve işletme fakülteleri ) mezunlarından atanan müfettişlere, rehberlik görevi değil, sadece inceleme ve teftiş görevi verilmelidir.

3.Rehberliğin önemli bir unsuru da tecrübedir. Rehberlik yapacak Müfettişin kıdemi  (tecrübesi)  arttıkça, sunacağı rehberlik hizmetinin niteliği de yükselecektir.  Bu nedenle “azami 35 yaş”  sınırlaması makul değildir.

 

5 Mart 2022 Cumartesi

Bakmak mı, Görmek mi?

 


 

                Bakmak ve görmek, genelde eş anlamlı olarak kabul edilen, konuşma ve yazı dilinde, manaları en çok karıştırılan, en çok birbirlerinin yerine kullanılan kavramların başında gelir.

 

 “Baktım ama görmedim” ciler, “bakma” yı olağanlaştırırken “görme” ye irade katarlar, her bakanın görmediğinden, bakmanın değil, görmenin önemli olduğundan bahsederler. Halk arasında da bu görüş oldukça yaygındır.

 

Türk edebiyatında modern anlamda deneme türünde ilk eser veren yazar ve eleştirmen deneme ustası Nurullah ATAÇ (1898-1957)’ın “Bakmak ve Görmek” isimli denemesini okumayanımız yok gibidir.

Ders kitaplarına kadar giren, ATAÇ’ın  bu  demesinde olduğu gibi bazı yazar/düşünürler ise bu  kavramları entelektüel boyutta irdeleyerek,   görmenin  istem dışı, biyolojik bir eylem, bakmanın ise, belli bir amaç-neden ve nasıl ile bütünleşen ve bilinçli yapılan bir eylem olduğunu savunmuşlardır ki doğrusu da budur.

 

Türk Dil kurumunun sözlüğünde de bu görüşü destekleyen anlam verildiği görülmektedir;

 Tdk. Sözlüğünde, “Görmek”, “göz yardımıyla bir şeyin varlığını algılamak, seçmek”, “Bakmak”  ise, “bakışı bir şey üzerine çevirmek” olarak tanımlanmıştır.

 

Görmek, irade dışı, görebilme yetimiz var olduğu sürece görme duyumuza gelen sinyallerin beynimizde anlam bulmasıdır.

 

Gördüğümüz şeylere “bakmak”  ise görülen malzemelerin zihinde anlamlandırılmasıdır.  “Bakmak” emek ister, birikim ister, merak ister, seviye gerektirir,   “neden” ve “nasıl” sorularıyla bütünleşir.

Çanakkale savaşını hiç okumamış, içselleştirmemiş, öğrenmemiş bir birey, Çanakkale Savaşı müzesini gezdiğinde, müzedeki materyalleri sadece görür, fakat asla bakamaz.

Dini değerlere mesafeli, bilgi birikimi sınırlı  kişilerin zihninde, Mescid-i Haram,Mescid-i Nebi,Mescid-i Aksa, Ayasofya vb. mekanlar tarihi eser  niteliğinden farklı bir mana taşımaz.

 

Uzay bilimiyle ilgilenmeyen sıradan kişiler olarak hepimiz geceleyin gökyüzündeki yıldızları sadece seyrederiz, görürüz. Uzay bilimi uzmanları ise yıldızlara bakarlar, bu gözlemleriyle bilgiler üretirler, insanlığa sunarlar.

Sıra dışı bir canlının, sıradan insanlarca görülmesi ile bir Biyolog tarafından aynı canlıya bakılması aynı şey midir?

Tıp eğitimi almamış kişilerin insan böbreğine bir Hekim gözüyle bakabilmesi mümkün mü?

San’atın tanımını bilmeyen bir kişi, en önemli sanat eserlerini görmesinin ne önemi olabilir?

 

Görme engelli değilsek, hepimiz sabahleyin evimizden işimize giderken yolumuzun üzerindeki her şeyi görürüz. Fakat "-evden işe varıncaya kadar kaç sokaktan geçtiğimizi, bindiğimiz otobüsümüzün   (Şoförün kıyafeti, gözlüğü, aracın koltuk sayısı, plakası, rengi, yolcuların yaş, cinsiyet vb.) ayrıntılarını bakmadığımız için pek hatırlamayız.

Hemen her gün geçtiğimiz sokakta gördüğümüz onlarca evin ayrıntılarını pek hatırlamayız da,  ev almaya karar verdiğimizde “satılık” levha asılı evlere dikkatlice “bakar”, evin bütün teferruatını öğrenmeye çalışırız.

 

Özetlersek, bakmak; görme eyleminin, bilinçli, anlamlı, kasıtlı olarak yapılması halidir. Bu yönüyle bakmak zordur, emek ister, bilgi, birikim ister, tecessüs gerektirir.

Görmek değil bakmaktır asıl olan. Etrafımızda olup biten birçok şeyi sadece gördüğümüz ve yeterince bakmadığımız için anlamlandıramayız.

Etrafımızı, tabiatı sadece görmemeli, anlamlandırabilmek için mutlaka bakmalıyız.

Baktıkça merakımız ve bilgilerimizin artacağını ve böylece gördüklerimizin anlamlı hale geleceğini unutmamalıyız.