İhtiyaç mı, İhtiras mı?
İnsan, diğer canlılar gibi canlılığını sürdürebilmesi için birtakım temel, olağan ihtiyaçlara gereksinim
duyar. Beslenme, giyinme, barınma vs.bu ihtiyaçların başında yer alır. İhtiyaçların karşılanması
dünya nimetlerinden bir kısmına sahip olmayı gerektirir. İnsanoğlu yaratılış itibariyle diğer canlılardan
farklı olduğundan hayat standartları ve ihtiyaçları da farklı ve özeldir, ama asla sınırsız değildir.
İnsanın ihtiyaçlarının sınırsız, buna mukabil kaynakların kıt olduğu” dayatılan bir argümanıdır.
Üniversite düzeyindeki “İktisata Giriş” derslerinin ilk konusu, üniversite hocalarının öğrencilere
öğrettikleri İktisatın tanımı budur; “İktisat, sınırsız ve sonsuz insan ihtiyaçlarının, sınırlı ve kıt
kaynaklarla en iyi şekilde nasıl giderilebileceğini inceleyen bir bilim dalıdır.”
Bu başlangıç noktasını pek sorgulayan olmaz. Hâlbuki tanımda dile getirilen “insan ihtiyaçlarının
sınırsız, kaynakların kıt olduğu” tamamen önyargıya dayanmaktadır Gerçekte, ne insanın ihtiyaçları
sınırsız ne de kaynaklar mutlak anlamda kıttır,.
Öncelikle “kaynakların kısıtlı olduğu” hususu tamamen tartışmalıdır. Örneğin, önemli doğal
kaynaklarımızdan olan petrol sınırlı olsa da, enerji üretimi bakımından güneş ve rüzgâr enerjisinin
sınırlı olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
Tanımın ikinci bölümünü oluşturan ihtiyaç ve isteklerin sınırsızlığı da makul ve sağlam mesnetli
sayılamaz. Hayatın idamesi için gerekli temel ihtiyaçlarımız bellidir ve sınırlıdır ki bunlar yemek,
içmek, giyinmek ve barınmaktan ibarettir.
İnsan sınırsız ihtiyaçlara sahip olmadığı gibi sınırsızca tüketmesinin de makul gerekçesi yoktur. Ama
insanın arzu ve ihtirasları sürekli körüklenerek, satın almaya sürekli teşvik edildiği bir gerçektir.
İsteklerimiz, popüler kültür bombardımanı, kredi kartı tuzakları, moda akımları ile sürekli tahrik
edildiği bir vakıadır. Normalde üretimin, tüketim için yapılması gerekirken, kapitalist çarkların
dönmesi için, tüketim üretim için yapılır hale geldi.. Yani, iktisatçıların söylediği gibi, insan
isteklerinin hiç bitmemesi onun doğasından gelmiyor. İnsan, reklam ve dayatılan yaşam biçimi
sonucunda sürekli tüketmeye sürükleniyor.
Popüler kültürün tükettirme saldırısının sonucunda, hiç giymedikleri yüzlerce giysiyi, onlarca
ayakkabıyı, pek kullanmadıkları ev aletlerini, sadece temel işlevlerini kullandıkları halde en gelişmiş
özelliklere sahip (araba, tv, fırın, cep telefonu vb. ) ürünleri satın almayı bir saplantı haline getirmiş
bireyler ortaya çıkmıştır.
Görüldüğü gibi oluşturulmaya çalışılan insan tipi, midesi doysa da gözü sürekli aç kalan, açgözlü bir
insandır. Aslında sınırsız olan ihtiyaçlar değil, insanoğlunun istekleri ve bitmeyen arzularıdır. Bu
bağlamda belki de “ ihtiyacı” yeniden tanımlamamız gerekiyor. Evet, ihtiyaç anlayışına yeni bir açılım
getirmek zorundayız
Rivayete göre 19. yüzyıl sonlarında ülkemizde, Doğu Anadolu bölgesinde müthiş bir kıtlık baş
göstermişti. Bunun üzerine İngilizler kıtlıktan hareketle bölgede Osmanlı’ya karşı bir isyan çıkarıp
çıkaramayacaklarını tespit etmek için oraya bir casus gönderdiler. Casusun yaptığı araştırma
neticesinde müşahede ettiği gerçek, son derece manidardı;
‘’Burada kıtlık var, ama açlık yok! Herkes birbirini gözetiyor, yardımda bulunuyor. Bu yüzden de
kıtlık açlığa dönüşmüyor. Sonuç olarak, böyle güçlü bir içtimai yapı içinde kıtlıktan hareketle isyan
üretmek imkânsız.’’
“İnsan insanın kurdudur” anlayışına sahip kapitalist batı toplumlarına bunu anlatmak zor olsa da
“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir’’ düsturunun hâkim olduğu toplumlarda gerçek açlık
mümkün mü?
İsraf yani gereğinden fazla tüketmek haramdır. Erdemli ve ahlaklı toplumlarda bireysel tüketim değil,
sahip olunan nimetlerin ihtiyaç sahipleriyle paylaşılması esastır.
İmkânlar kısıtlı, ihtiyaçlar sınırsız mı?
İnsanın ihtiyaçları sınırsız değil, temel kaynaklar da sınırlı değildir. Evrendeki ilahi sistem, her
canlının her türlü ihtiyacını giderebilecek şekilde kurulmuştur. Paylaşılması becerilebilirse tüm
canlılara yetecek kadar kaynak mevcuttur. Sınırsız olan, kapitalist toplumların bir türlü
doyurulamayan, savaşlara, cinayetlere, neden olan ihtiraslarıdır, arzu ve isteklerdir.
Dayatılan (sanal)ihtiyaçlarını zorunlu ihtiyaca dönüştüren birçok insan bu ihtiyaçlarını legal yollardan
karşılayamayınca gayri meşru eylemlere yönelebilmektedir. Böylece birçok hukuk dışı eylemler
gerçekleşmekte, kul hakkı yemekte, cinayetler işlenebilmektedir.
Hâlbuki “insan”, kendi menfaatini yerine getirirken diğer canlıların çıkarlarını da dikkate almak ve
imkânlarını, olmayanlarla paylaşmak zorundadır. İmkânları görece sınırlı olan insanların da “kanaat”
duygusuyla hareket etmesi, hayatta her zaman bütün ihtiyaçlarını tatmin edemeyeceğinin bilincinde
olması, mevcut imkânlarla yetinmeyi bilmesi, öğrenmesi gerekir.
İhtirasın tersi olan kanaat, aşırılıktan, ihtirastan kaçınmak, başkalarına kıskançlık duymamak ve
hakkına razı olarak gönül huzuruyla yaşamaktır.
Bugünkü yapay/sanal/dayatılan ihtiyaçlar insanları dürüst çalışmaya yardımlaşmaya sevk etmek
yerine maalesef bencilleştiriyor, israfa teşvik ediyor. Alışveriş esnasında her birey kendisine “ihtiyaç
mı, ihtiras mı” sorusunu sormalı ve sonra alışverişini yapmalıdır.