27 Mayıs 2022 Cuma

İlaç mı, Zehir mi?

 


İlaç, canlıyı yaşatmak için kullanılan maddelerin genel adı olmasına rağmen, tam aksine canlıları çeşitli sebeplerle öldürmek için üretilmiş zehirli maddeler için de kasıtlı ve bilinçli olarak ilaç isimlendirmesi yapılmaktadır.

Zirai ilaç, böcek ilacı, haşerat ilacı, bit ilacı, pire ilacı, tarım ilacı, fare ilacı, karınca ilacı vb.isimlendirmeleri hep işitir dururuz.

Oysa ki TDK.na göre;

İlaç;”Bir hastalığı iyi etmek veya önlemek için türlü yollarla kullanılan madde, em, deva.”

Zehir ise ;”Organizmaya girdiğinde kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyı öldürebilen madde, ağı.” olarak tanımlanmaktadır. Buna rağmen zehir üreticileri ve tüccarları, antipatik olmasın diye ısrarla zehir değil ilaç ismini kullanıyorlar.

Kâinatta milyonlarca yıldır milyonlarca canlı türüyle birlikte yaşıyoruz. Her bir yaratılmış canlının çevre dengesi içerisinde bir işlevi olduğunda şüphe yoktur. Hemen bütün canlılar biz insanlara yardımcı olmakta, hayatımızı kolaylaştırmakta, bize muhtelif katkılar sunmaktadır. Buna rağmen masum hayvanlar en çok zulüm ve eziyeti de maalesef biz insanlardan görmektedirler. Bilinç ve ahlaki gelişimini tamamlayamayan İnsanoğlunun hayvanları öldürmek için hep bahaneleri! olmuştur ki günümüzde kapitalist bir mantıkla, daha çok üretmek ve daha çok kazanma hırsı için öldürmek bunun başında gelir. Sebze ve meyve ağaçlarına zehir atılarak oralardan rızkını temin etmeye çalışan canlıları öldürmenin makul sebebi olabilir mi? Sadece biraz daha fazla ürün elde etmek için sebzeleri, meyve ağaçlarını zehirleyerek on binlerce canlının hayatına son verme hakkını biz nereden alıyoruz? Böyle bir hak var mı? on binlerce canlıyı öldürme pahasına elde ettiğimiz ürünler bize hayır getirir mi? O kadar masum canlıyı katletmenin bir bedeli olmaz mı? Ne dinimizde ne de kültürümüzde bu katliama cevaz bulamayız. Atalarımız dağdaki yaban hayvanları açlıktan ölmesin diye vakıflar kurmuş, o canlıları beslemişlerdi.

Hz.Peygamber ;

Yavruları alındığı için ıstırap içinde kanat çırpan bir kuşu görünce, bunu yapanları uyarmış  ve yavruların geri verilmesini emretmiştir.
- Canlı hayvanın bağlanıp hedef haline getirilmesini ve ona atış yapılmasını yasaklamış, hbazı  böyle yapanları lânetlemiştir.

- Hayvanlar arasında güreş ve dövüş tertiplenmesini yasaklamıştır.”

Kanuni Sultan Süleyman, sanatkâr ruhlu bir hükümdar olmasının yanı sıra, mâhir bir kuyumcu, Muhibbi mahlasıyla şiirler yazan usta bir şairdi aynı zamanda. Vakit buldukça Topkapı Sarayının bahçesindeki ağaçları sular, bakım ve budamalarını yapardı. Bir gün bahçedeki bir meyve ağacını karıncaların sardığına şahit olunca, Şeyhülislam Ebussuud Efendinin odasına gider. O sırada odasında olmayan şeyhülislama ince bir üslupla yazdığı sualini Ebussuud Efendi odasına döndüğünde görür ve tebessümle okuduktan sonra Kanunî’nin yazmış olduğu satırların altına sualin cevabını yine şairane bir üslupla yazar. Kanunî hocasına şöyle sormuştu:

Meyve ağaçlarını sarınca karınca / Günah var mı karıncayı kırınca?

Hocası Ebussuud Efendi ise şöyle cevap veriyordu:

Yarın Hakk’ın divanına varınca / Süleyman’dan hakkın alır karınca.

İstisnalar dışında tabiattaki hiçbir canlı öldürülmez, öldürülmemelidir.  Bu dünya, biz insanların tapulu malı değil, bütün canlılarla birlikte ortak kullanım alanımızdır. Bir canlının sudan bahanelerle katledilmesini ne dinen, ne ahlaken, ne de vicdanen meşrulaştırmamız mümkün değildir. Hukuk sistemimizde bu konudaki müeyyideler yeterli olmayabilir. Ama unutulmamalıdır ki en büyük berat kişinin vicdanından alınan berattır.  Yeni nesli, çocuklarımızı tüm canlılara saygılı olma konusunda eğitmek, bilinçlendirmek, ebeveynler ve eğitimciler başta olmak üzere tüm yetişkinlerin ortak görevidir.

 

 

13 Mayıs 2022 Cuma

Yeni Neslin Ekonomik Sıkıntılarla İmtihanı

 

Yeni nesil bir alem!   Kanaati, yetinmeyi, şükrü pek öğrenemediler. Hep daha fazlasını ve hemen istiyorlar. Hemen her şeyden müştekiler. İmkânlarını,  ülkemizden 5-10 kat daha zengin ülkelerin imkânlarıyla kıyaslayıp ne denli sıkıntıda olduklarını anlatıp duruyorlar. Aslında haklılar!  Onlar, görece bolluk içinde doğup büyüdüler, yokluk, kıtlık pek görmediler. Eskiyi hiç bilmiyorlar. Ülkemizin her zaman böyle olduğunu sanıyorlar.  

Yeni neslin en büyük handikaplarından biri günümüzde torun-dede, nine iletişiminin pek olmamasıdır. Eskiden, internetin ve tv.nin  yaygın olmadığı dönemlerde torunlar aile büyüklerinin yanında, dede ve nineleriyle  diyalog ve etkileşim içerisinde büyürlerdi. Dolayısıyla çocukların ebeveynleriyle birlikte ilk eğitmenleri dede ve nineleriydi. Dede ve nineler yeni nesille tecrübelerini, ders alınacak hayat hikâyelerini paylaşırlar, milli ve manevi değerlerimizi onlara adeta nakış nakış işlerlerdi. Yeni nesil günümüzde bu imkândan maalesef yoksunlar. Bunun acı neticelerini de hep birlikte müşahede ediyoruz.

Uzunca bir süre çalışmak, okumak, çıraklık, kalfalık yapmak, mücadele etmek bir alanda uzman/usta olmak, üretmek, kazanmak ve bundan sonra tüketmek asıl olandır.

Millet olarak genelde çok çalışmayı, çok yorulmayı pek sevmiyoruz. Masa başı, kazancı çok olan evimizin yanı başında iş istiyoruz. Lüks yaşamak hoşumuza gidiyor. Hâlbuki hesap ortada, iktisadın kuralı net;hiç kimsenin ürettiğinden-kazandığından daha fazla harcama- tüketme hakkı yok.

Henüz 14-15 yaşındaki çocuğun  tv.de “cebinde çok parası olmadığını söylemesi ne kadar da abes.  Bazı ergenlerin “Bu ülkede iyi kazançlı iş imkânının olmadığını, Avrupa ülkelerine gideceğini, orada imkânların çok daha iyi olduğu vb. masallarını da” gülerek dinliyoruz. Bu çömez çocuklarımız bilmiyorlar ki Avrupa ülkelerinde, bir becerisi/uzmanlığı olan bir çalışan iyi kazanırken henüz bir becerisi ustalığı/mesleği olmayanların durumu hiç de iç açıcı değildir. Bir mesleği olmayan kişi ülkemizde en azından yardımlaşma ve dayanışma ruhuyla yakınlarının, derneklerin, vakıfların yardımıyla hayatını sürdürürken, Avrupa ülkelerinde açlığa mahkûm olur.

Çalışma hayatına yeni başlamış 25-30 yaşlarındaki bir kişinin ev ve arabası olmadığından dertlenmesi de oldukça komik. Merdivenin basamaklarının tek tek çıkılması gerektiğini öğrenememiş bu kişiler. Henüz üretmeden, çalışmadan kazanmadan tüketmenin derdine düşmüşler adeta.

Ekonomiden, yönetimden, eğitimden, sağlıktan vb. her şeyden müşteki gençlerimiz var bir de.  Sosyal medyada, tv.lerde konuşup duruyorlar.  Peki “bu kadar şikayetçi olduğun alanlarda bu ülke için, şikayetçi olduğun durumların iyileşmesi adına sen ne yaptın”  denildiğinde bu tiplerin mugalatadan başka verecekleri cevapları yok maalesef. Hukuk, iktisat, işletme okumuş genç sürekli yanlış yönetildiğimizi anlatıp duruyor. Sen bu işin eğitimini almışsın, kahvehanelerdeki “herşeyolog”ların geyik muhabbetinden farkın olmalı. Konuşmak, sürekli eleştirmek yerine çözüm üretmelisin. Gereklerini yerine getirip, Kaymakam olmalı, Genel Müdür olmalı, Vali olmalısın, doğru yönetime bir örnekliğin, bir katkın olmalı böylece.

Yeni neslin en büyük amacı, eğlence. zevk ve sefa. Gelecek hedefi, gelecek kaygısı gelecek planlamaları maalesef yok. Yeni nesil çocukları, yorulmadan, çalışmadan yaşamanın, dinlenme ve eğlenmenin makul ve sürdürülebilir olmadığının farkında değiller. İsraf yani, gerektiğinden fazla tüketmek haramdır. Ülkemiz zengin bir ülke değil. İmkânlarımız sınırlı. Ülkemizin daha çok gelişmesi, zenginleşmesi için,  hepimiz çok çalışmalı, asla israf etmemeliyiz. Almanya, Güney Kore, Japonya  vb. ülkelerin gelişim süreçlerinin belgeselleri tüm çocuklarımıza tekrar tekrar izletilmeli. Kimse bulunduğu yere bir anda, tesadüfen gelmiyor. Gelişmiş ülkelerin en temel özelliğinin, milliyetçi bir ruhla çok ama çok çalışmak olduğunu asla unutmamalı, bu gerçeği yeni nesle çok iyi öğretmeliyiz.

.